Ünlü ressamların içe bakan resimleri: Otoportre
Otoportre, portre gibi resimde ve fotoğrafta sanatsal bir biçim. Öz portreler, doğaları gereği içe bakan resimlerdir. Kendi portresini yapan ressamın derdi 'kendisi' iledir ve işi kişiseldir. 14. yüzyılda aynanın Venedik'te bulunup geliştirilmesi ile ressamlar da kendi portrelerini yapmaya yönelmişlerdi. Sokrates insan yüzünü 'ruhun aynası' olarak ifade ederken diğer yandan 'Otoportre'ler de ressamların bir nevi aynası oldu. Batıdaki portreciliğin gelişen bir trend izlemesi, Osmanlı'da da 15. yüzyıldan başlayarak 19. yüzyıla kadar devam eden bir geleneği; "minyatür sanatında portrecilik" geleneğini başlatmış olduğu söylenebilir.
Giriş Tarihi: 23.09.2018
14:15
Güncelleme Tarihi: 23.09.2018
14:42
Birinci yüzyılın varoluşçu ressamı ve her şeyden önce heykeltıraşı…
Yakın dostu Jean Paul Sartre, heykellerinin temelinde korku ve yalnızlığın olduğunu söylerken, Giacometti kendi yalnızlığını şu şekilde tanımlar: "Yalnızlık, benim anladığım anlamıyla, acınacak bir durum değil; daha çok gizli bir krallık, derin bir iletişimsizlik, fakat el uzatılamaz eşsizlikte, az çok belirsiz bir anlama biçimidir."
"Ruhunu gördüğümde, gözlerini de çizeceğim." Amadeo, bir kadının gözlerini çizebilmek için, onun ruhunu anlamak gerektiğine inanıyordu. Göz bebekleri belirsiz, uzun yüzlü, hüzünlü kadınları vardı. Ve kıvrımlı ince çizgiler, basit ve düz biçimler, uzatılmış figürler ile kolayca tanınan portreleri… İlginçtir,
Picasso'nun ölüm döşeğindeki son sözünün "Modigliani…" olduğu söylenir.
Bedri Rahmi tüm sanat yaşamı boyunca üslubunu, sanatını sürekli yenilemek istemiş, bir sevda olarak algıladığı resimde gönül verdiği her motiften ya da her akımdan esinlenmiştir. Kendini en çok tasvir eden sanatçılardan olan Bedri Rahmi'nin ilk olarak karakalem otoportresini oluşturduğu serisi Bedros'ları resme olan iştahının dizisidir aynı zamanda. Bir ağaca benzettiği otoportresinde stilize ettiği yüzü sanatçı duyarlılığını işaret edercesine abartılı çizilmiş.
Celile Hanım'ın karakalem bir otoportresi.
Nazım Hikmet Bursa Cezaevi'nden, Adalet Cimcoz'a yazdığı mektupta "Sana annemi anlatayım. Anam gençliğinde güzel bir kadındı. Fakat oğlu diye söylemiyorum; objektif olarak konuşuyorum anamın güzelliği sıcak değil, soğuk bir güzellikti. Bunda belki gözlerinin birbirinden çok uzak olmalarının dahli vardır. Sonra anamın güzelliği XIX. asır güzelliğidir. Zaten anamda, on dokuzuncu asır Fransız burjuva zevki hakimdir. Ressamlığı da öyledir. Evinin perdeleri ve bibloları da öyleydi. Yani güzelliğinde ve zevkinde düz ve soğuk hatların göze çarpmasına rağmen bilhassa renk bakımından müthiş bir rokokoluk vardır. Düşün ki babam anamı, anamla kabili kıyas olamayacak kadar entipüften kadınlarla aldattı. Bu kadınların bir kısmını tanıdım. Bunlar güzeI değil, fakat sıcaktılar. Anam inanmasını bilen kadındır. Resme bir dindar gibi inanır. Sana bir şey söyleyeyim mi, anamı o kadar gizliden gizliye severim ki, ömrümde ilk defa yalnız sana ondan bahsediyorum. Annemle ahbap olursan, hala boyalar içinde, yani hem paleti, hem yüzü gözü boyalı, inanmış, bedbaht, fakat dehşetli çalışkan ve her şeye rağmen yaşamak isteyen, bir şeyler yaratmak için çırpınan, ihtiyar, nazik bir kadınla dost olursun." diyor.
Cemal Tollu otoportresinde kendini izlediği aynanın, kendi boyadığı tuvalinden biraz uzakta ve aşağıda olduğunu duyumsatan bir poz sergiler. Gerek poz vermek gerekse çizmek için zor olan duruş deformasyonu seven sanatçının Hoffman ile Lhote atölyelerinde aldığı kübizm öğretilerini uygulamasına olanak taşır. Ressam kişiliğinin altını, fırçalar ve paletlerle çizerken, etkilendiği geçmiş uygarlıklara gönderme yapan ağaç heykelciklere de yapıtında yer verir.