İlk Türk operasının bestecisi Ahmet Adnan Saygun
"Türk beşleri"nin en popüler isimlerinden biri olan Ahmet Adnan Saygun, ilk Türk operasının bestecisi ve ilk kez "devlet sanatçısı" unvanını alan kişidir. Sayısız besteye imza atan Saygun, Yunus Emre'nin şiirlerinden bestelediği Yunus Emre Oratoryosu ile de döneminde adından sıkça söz ettirmiştir. Ölüm yıl dönümü sebebiyle Türk kültür ve sanat hayatında bu denli etkin rol üstlenen Ahmet Adnan Saygun'un hayatı ve sanatına dair ince nüansları siz Fikriyat okurları için derledik.
Giriş Tarihi: 06.01.2020
16:51
Güncelleme Tarihi: 06.01.2020
17:12
Sanatta kültür ve evrensellik
Saygun, bazı aydın görünümlü kişilerin aksine, halk kültürünü yakından tanıma yoluna gitmiş̧, halk ruhunu özümseyebilmiş, halkın acı, umut ve beklentilerine kulak verebilmiş bir sanatçıdır. Bunu 1945 yılında yayınladığı "Yalan" adlı 'Sanat Konuşmaları' nda da şöyle dile getirir:
"Köy yolunun toprakları üstüne uzanmış̧ bir köylü kızını hatırlıyorum. Yanında anası. Dağ başının iki insanı meçhul bir kaynağın hasretini çekiyor; çünkü doktora ulaşmak lazım. Ufak bir yardımın şükranı, hasta kızın gözlerinden yaş ve dudaklarından ağıt halinde döküldü. O zaman kollarında fonograflarla köyleri dolaşan ve ayranını içtiği köylüyü türküye zorlayanları düşündüm. Anladım ki, musikiciye, fonografın yazdığı türküden önce, o türkünün sahibini duymak gerekir"
"Bir sanat, toprağına bağlı kalmadıkça ve insancıl değerler taşımadıkça, evrensel olamaz"
Saygun, "bir sanat, toprağına bağlı kalmadıkça ve insancıl değerler taşımadıkça, evrensel olamaz" düşüncesiyle halk kültürüne olan bağlılığı ifade etmiştir.
Saygun ile ilgili yapılan çalışmalara göre, Saygun'un, yazılı çalışmalarında ve söylemlerinde müzikle özdeşleştirdiği gelenek, milliyet, ulus rengi gibi ulusalcılığa vurgu yapan kavramlar üzerinde çok durduğu görülür. Aynı zamanda Saygun, hakkında en çok çalışma yapılan Türk müzisyendir.
Halk müziği ile çok sesli müziğin sentezi
Saygun için en önemli noktalardan biri "içe nüfuz etmek" "kendi özünü kavramak" ve samimiyettir. Saygun'un bilimsel çalışmalarında ve sanat yapıtlarında tanımladığı "ikilik" meselesi halk müziği ile çok sesli müziğin sentezine dayanır. Ve sanatçıya göre "asıl mesele" bu "ikilik"in doğru bir şekilde sentezlenmesidir.
Saygun’un gelenek karşısındaki tutumu
Halk müziği ruhunu, gerçek anlamda, yüksek sanat müziğiyle sentezleyebilmek, elbette ki başarılması güç, bir durumdur. Fakat Saygun bunun barışı elde etmesi için elinden geleni yapmıştır. Saygun geleneğe sırtını dönmeden, bizzat gelenekten beslenerek yenilikçi bir tutum izlemiştir.
Saygun’a göre sanat ve sanatçı
"Saygun'a göre sanatçı ancak, toplumun bir ferdi, olarak bir aidiyet duygusuna sahipse ve bunu ifade ederken dünyevî değerleri de yansıtabiliyorsa, yapıtının gerçek anlamda bir değeri olabileceğini ifade eder. Saygun'un ifadesiyle "sanat eseri, kökü toprakta olan bir ağacın meyvesidir. Yağmur yağar, güneş açar, ve kendini rüzgâra veren yaprakların arasından günün birinde renk renk bir meyve belirir. Bu meyve ne ağaç, ne topraktır. Fakat hayatını, kendi için nefes alan yapraklara, kendi için toprağa dalan köklere ve ona usareyi eriştiren gövdeye borçludur."
Saygun'un üzerinde hassasiyetle durduğu meselelerden biri de Türk halk müziğinin, o güne değin ikinci plana itilmesidir. Fakat sanatçı bu anlayışa sahip olmasından ötürü yalnızca Türk müziği kaynaklarına yönelmekle yetinmez. Türk müziği kaynaklarına ek olarak, Fin ve Arap müziği gibi diğer coğrafyaların müzikleriyle de ilgilenir. Zira sanatçı, salt milliyetçilik düşünceleriyle sanatını oluşturmamıştır.