Mehmet Akif Ersoy'un musiki yönü
Şair, veteriner hekim, öğretmen, vaiz, hafız, Kur'an tercümanı ve siyasetçi. Belki de bu unvanlarının içerisinde en önemlisi İstiklal Marşı'nın yazarı. Kısa hayatına birçok mesleği sığdıran bu başarılı isim Mehmet Akif Ersoy'dan başkası değildi. Mehmet Akif, hayatının her döneminde musikiyle bizzat uğraştı. Bunun yanı sıra yakın dostlar edindiği musiki çevreleriyle de bağını hiç koparmadı. İşte Mehmet Akif'in ruha ve kulağa hitap eden musiki yönü…
Giriş Tarihi: 25.04.2019
14:05
Güncelleme Tarihi: 25.04.2019
15:02
Şerif Muhiddin New York'da boş durmamış, dört yıl boyunca Vaşka'dan viyolonsel dersleri almış ve 13 Aralık 1928'de Town Hall'de bir viyolonsel ve ud resitali vermiştir. Yirmiye yakın müzik eleştirmeninin hazır bulunduğu bu konser de ilki gibi son derece olumlu tepkiler almış ve daha sonra Amerika'nın çeşitli eyaletlerinde tekrarlanmıştır. Akif'in Sanatkar'ında bu konsere de atıfta bulunulmuştur. Manzumenin bu bölümünde ud ile çello'yu (violensel) karşılaştırması da ilgi çekici kısımlardan birisidir:
Bu türlü bir viyolonsel işitmedikti, Emir! Büyük dehalar eder böyle nadiren teshir, Küçük dehaları sarsan bu kanlı, canlı sazı, Şu var ki harika alemde: udunun tarzı. Evet bizim çello gayet belalı, çok müşkil, Fakat kemalini bulmuş, bu lakin öyle değil: Bütün tekamüle asi bir ibtidai saz; O çağlayan gibi sesler bu sineden taşamaz, Ne olsa nafile! derken, muhiti susturdun: Göründü na-mütenahi zaman zaman udun.
Akif'in Şerif Muhiddin'e duyduğu hayranlığın sebeplerinden biri de, onun sazında en üstün icra seviyesine ulaşması ve Batılı büyük sanat eleştirmenleri tarafından bir virtüöz olarak kabul edilmesidir. Ancak burada Akif'in tavrı herhangi bir Batılı aydının tavrından çok farklıdır. O mensup olduğu dinin, içinden çıkıp geldiği tarihin ve medeniyetin üstünlüğüne yürekten inanıyor, yaşanan acıklı inkıraz ve izmihlal yüzünden sorumlu bir aydın şuuruyla derin acılar duyuyordu.
Bu bakımdan Türk bir sanatkarın Batı'da meslektaşlarıyla eşit seviyede konuşup yarışabilmesi, ona kendi düşüncelerinin ispatı gibi görünmüştü. Eşit seviyede konuşmak, bu önemliydi onun için, çünkü Batı medeniyetinin, dolayısıyla batı musikisinin büyüklüğünün de farkındaydı. Ancak bu farkında oluş, Midhat Cemal'in "alafranga musikinin alaturka musikiden ne kadar üstün olduğunu gördüğü" anlamında değildir.
Bununla beraber Akif'in zaman zaman alaturka-alafranga münakaşalarının tesirinde kaldığı ve eski musikinin değerinden şüpheye düştüğü olmuştur. 1915 yılında yazdığı Berlin Hatıraları'nda "uyuşturur negamat"tan söz etmesi de bunu kanıtlar nitelikte: