Arama

Mehmet Akif Ersoy'un musiki yönü

Şair, veteriner hekim, öğretmen, vaiz, hafız, Kur'an tercümanı ve siyasetçi. Belki de bu unvanlarının içerisinde en önemlisi İstiklal Marşı'nın yazarı. Kısa hayatına birçok mesleği sığdıran bu başarılı isim Mehmet Akif Ersoy'dan başkası değildi. Mehmet Akif, hayatının her döneminde musikiyle bizzat uğraştı. Bunun yanı sıra yakın dostlar edindiği musiki çevreleriyle de bağını hiç koparmadı. İşte Mehmet Akif'in ruha ve kulağa hitap eden musiki yönü…

Hatta bir süre sonra ney üflemekten vazgeçer gibi olur ancak başarısızlığı gururuna yedirmediği için ısrarla üzerine gider. Ayrıca Neyzen Tevfik'in taşındığı Çukurçeşme'deki Ali Bey'in Hanı'na her sabah gitmeyi göze alır.

Akif'in neyde ne kadar ilerlediği tam olarak bilinmiyor ancak hemen bütün kaynaklarda onun zaman zaman nısfiye üflediğinden söz edilir. Mithat Cemal de zaman zaman ümitsizliğe kapılsa da Akif'in sonunda ney'i yendiğini ve sadece Salim Bey'in Hicaz Peşrevi'ni değil, birçok zor parçayı çalabilir hale geldiğini devr-i kebir usulünü vurmayı bile öğrendiğini yazar.

Bununla beraber Akif'in neyzenlikte bir iddiası bulunmadığı bilinir. Yeterince çalışıp belli bir noktaya gelemediği için üzüldüğünü ve bir gün Şerif Muhiddin'e "Aziz Dede olacak değilim ya! Ancak çalışsaydım bugün kendimi bir köşede avuturdum!" dediğini yine Mithat Cemal nakleder. Ancak onun ney'le haşır neşir olurken musikinin inceliklerini öğrendiği, böylece yüksek zevk edindiği söylenebilir.

Musikiyle amatörce ilişkisi ve yüksek zevki, Akif'in Neyzen Tevfik, TANBURİ Aziz, Bursalı Hafız Emin, Udi Asım Şakir, Hafız Kemal, Hafız Sami, Ali Rıfat Bey, Şerif Muhiddin gibi dostlar edinmesini sağladı. Bu sanatkarlar Akif'e büyük saygı duydukları da ayrıca bahsedilmesi gereken bir husustur.

Hasan Basri Çantay'ın 1926 yılında şahit olduğu bir olay bu bakımdan dikkat çekicidir:

"İstanbul'da Karesi otelinde misafirdim. Üstad ve rahmetli Ruhi Naci ile birlikte otelin gazinosunda oturuyorduk. Neyzen Tevfik çıkageldi, o koca üstadın elini tuttu, yüzüne gözüne sürdü, öptü, öptü… Beş on dakika geçti geçmedi, Hafız Sami Efendi geliverdi. O da karşıdan üstadı görmüştü. Senelerden beri kendisine mütehassirdi. Gariptir ki aynı merasim-i istirhamı o da ifa etti.

Fakat oturuşu Neyzen gibi mübalatsız değildi daha çok hürmetkarane idi. Bu iki üstada koca üstad söylüyordu, onlar dinliyorlardı. Gazinonun içi dışı dolmuştu. Öyle ya bir şair, bir neyzen, bir de hanende toplanmış, bir araya gelmişlerdi. Üstada Hafız Sami'ye bir gazel okutmasını işaret ettim, ihtimal kalabalıktan hoşlanmadığı için kaşlarını kaldırdı. Biliyorum ki hanendenin dünyada hatrını kıramayacağı adam belki yalnız koca üstaddı. Hafız Sami, Akif'in ellerini öptü, "gönülden çıkarmamasını" niyaz ile ayrılıp gitti. Kalabalık da bir hayli dağılmıştı. Tevfik torbasından o biricik nayını çıkardı:

"Emret üstadım!" dedi."

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN