Arama

Bir var oluş mücadelesi: Anlaşılmak

Anlaşılma ihtiyacı, insana yaşam boyu eşlik eder. Bazen kaygıya dönüşebilen bu gereksinim, karşı tarafın kendisini tam anlamıyla anladığına kanaat getirildiğinde açığa çıkar. İnsanların algılarını kontrol edebilmek elimizde olmasa da kendimizi en doğru biçimde ifade etmek yanlış anlaşılma ihtimalini düşürür. Peki, duygularımızı en iyi şekilde nasıl ifade edebiliriz?

🔹 İletişim engellerinin en büyük nedenlerinden biri ön yargıdır. Çünkü bu kavram ile insanları düşünce dünyamızda belli kalıplara sığdırır, ilişkilerimizi de bu kalıpların çerçevesinde devam ettiririz. Ön yargı bir ya da bir durumla ilgili olarak belirli şart, olay ve görüntülere dayanarak önceden edinilmiş olumlu ya da olumsuz yargı, peşin hüküm ve peşin fikirlere denir.

🔹 Ön yargı, bir taraf tutma biçimidir. Bir ideolojik düşünceyi ya da bakış açısını şartsız desteklemek manasındadır. Ön yargı, halk arasında yaygınlıkla bir kişinin kararlarının ağırlıklı bir biçimde tek taraflı olarak meydana çıkmasında kullanılır. Aynı zamanda bir kişinin kararlarının nesnel olmayıp öznel olduğunu ifade eder. Ön yargının insani ilişkilerimizi nasıl etkilediğini Avşar, şu şekilde açıklar:

"Öncelikle ben kendimi anlıyor muyum kendim tarafından anlaşılabiliyor muyum? Bu da değer meselesiyle alakalı, kendimi sevebiliyorsam önce kendimi anlayabilmem lazım. Neden sevilmediğimi ve değer görmediğimi düşünüyorum. Ön yargılar dediğimizde kalıp öğrendiğimiz düşünceler var. Yargı dediğimiz şey bir düşünce içeriğidir ve öncesinde öğrenilir. Bu düşünce içeriğine baktığımızda o ön yargı dediğimiz şeyi yapıyoruz. Bir bağlamda evet geçmişte öğrendiğimiz bilgileri kapsıyor ama bakış açımızı geliştirmek istiyorsak, karşı taraftaki insanı anlamak istiyorsak, biraz kendi sesimizi kısmalıyız. Çünkü ben sizi dinliyorken, kendi sesimi açıyor oluyorsam orada harekete geçen nokta kendi düşüncelerim. O zaman onun düşüncelerini, duygularını anlamak da zorlanıyor olacağım. Dolayısıyla ön yargı burada başlıyor."

Yaşam izlerimiz: Travma

Çocuklukta anlaşılma ihtiyacının gelişimi

🔹 Anlaşıldığımızı hissetmek hayatımızın her döneminde ihtiyaç duyduğumuz bir geri bildirimdir. Bu tarz ortamlarda hayat ve ilişkilerimiz bizim için daha anlamlı hale gelir, psikolojik olarak güvende hissederiz. Anlaşılma ihtiyacı, çocukluktan itibaren gelişimi etkiler. Bu konu hakkında Avşar, şunları söyledi:

"Bir durum karşısında ergen bir çocuğun vereceği tepkiyle ilkokul çağındaki çocuğun vereceği tepki bir değil. Okul öncesi döneme kadar çocuğa ne kadar yumuşak, sakin, bilgi odaklı ve sağlıklı davranılırsa nöral gelişim, beyin dalgaları, beynin iç hacmi, epifiz bezi hepsi olumlu manada gelişiyor. Ne kadar baskıcı, anlamayan, dinlemeyen, göz teması kurulmayan tavır sergilenirse de tam tersi oranda nöral gelişim olumsuz manada gelişiyor."

📌Epifiz bezi nedir?
Fasulye tanesinden daha ufak bir boyuta sahip olan epifiz bezi, hipofiz bezinin hemen arkasında, bir oyuğun içinde bulunur. Konumu gözlerle aynı düzlemde ve beynin altındadır. Üçüncü göz olarak da nitelendirilir. Epifiz bezi vücuttaki melatonin salınımını düzene sokan, melatonin dengesini sağlar, biyolojik saatimizi de belirler. Dolayısıyla vücudun uyuması ve uyanması gibi birçok fonksiyonda görev alır. Epifiz bezi, karanlık ortamlarda daha üretken çalışır.

🔹 Ebeveynlerin, çocukluk dönemlerinde onların duygulara yaklaşımı oldukça önemlidir. Olumlu ya da olumsuz tutumları anlam dünyalarını inşa eder.

Olumsuz tutumların etkileri, düzeltilmediği takdirde yetişkinlik döneminde bile duygu, düşünce ve davranış kalıplarında görülür.

Duman, çocukların dünyayı anlamlandırma sürecini ve anne-babanın bu yolcuğa katkısını şöyle açıkladı:

"0- 6 yaş arası bize bakım veren kişilerle ilişki kurarken dünya ile ilişkimizi kuruyoruz. Çocuğun dünyaya bakış açısı; değer görülebilir miyim, sevilebilir miyim, güvenebilir miyim? Dolayısıyla annesi kızdığında, anneyi ağlarken gördüğünde ya da babayla annenin kavgasına şahit olduğunda çocuğun otomatik yorumu 'Değerli miyim, değersiz miyim, sevilmeye layık değil miyim, güvenilmez miyim?' noktasında oluyor. Bu anne-babaları kaygılandırıyor olmasın, hepimiz çocukluk çağımızda böyle bakıyoruz. Aynı anne-baba ile büyüyen çocuklara baktığımızda da ikiz kardeşler bile olsa biri, yaşanan olayı farklı yorumlarken diğeri çok farklı yorumlayabiliyor. Dolayısıyla o yorumlamaların hepsine hakim olabilmek ve kontrol edebilmek mümkün değil. Onların yanında olumsuz bir şey yaşansa da bizim hep söylediğimiz şey sevdiğinizi, değer verdiğinizi ifade edin. Bu illa sözel olmak zorunda da değil, bazen sırtını sıvazlamak, yanında olmak gibi de. Bu açıdan baktığımızda çocukluk çağında çok fazla güvensiz bir ortama maruz kaldıysak yetişkinlik çağında ilişki kurma patentimiz güvensizlik üzerine oluyor. Şimdi vah vah, çocukluğumda travmalar var deyip ben böyle oldum demek değil, evet nöroplastite, beyin esnekliği dediğimiz bir nokta vardır. Daha çok çocuklukta gelişir. Çünkü beyin gelişimi o dönemde olur. Bu olduktan sonra da hala gelişmiyor, demek değildir. Beyin esnekliği olan bir organdır. Bir şeyleri yaşamda deneyimleyerek öğrenebiliriz." diyerek çocukların anlamlandırma dünyasını açıkladı.

📌Nöroplastite nedir?
Nöroplastite, beynin yapısal veya fizyolojik değişikliklere uğrama yeteneğidir. Nöroplastisitenin bir zamanlar sadece çocukluk döneminde olduğu düşünülüyordu, ancak 20. yüzyılın ikinci yarısında yapılan araştırmalar beynin birçok yönünün yetişkinlik döneminde bile değişebildiğini gösterdi. Çocuk beyni yetişkin beyninden daha yüksek plastisiteye sahiptir.

Geleceğin inşasında en etkin yol: Çocuk eğitimi

Kişi anlaşılmadığında neden huzursuz hisseder?

🔹 Kişi anlaşılmadığında yok sayıldığını, var olamadığını hissettiği için güvensiz ve huzursuz hisseder. Görülmemek, herkesi rahatsız eder. Sanat terapisti Avşar, anlaşılmamanın gönülde bir yaraya sebebiyet verdiğini ama şifanın da bu yaranın içinde olduğunu şöyle aktardı:

"Anlaşılmayan kişi cebinde o anlaşılmayan taşlarla hayata devam ederse, anlamayan kişi olmaya başlıyor. Anlaşılmasa da en iyi şifacı yaralı olandır. Yarasını bilip o yarayı tedavi edendir, bir bakıma da. Biz ne kadar hayatımızdaki olumsuzlukları cebimizdeki taşlar olarak görmeyi bırakıp ağırlıklarımızı atarsak başkalarıyla kuracağımız iletişimin temel taşları da yerinden oynayıp olumluya dönecektir."

İçimizdeki güç: Öz güven

🔹 İsteklerinin, ihtiyaçlarının farkında ve bunu karşısındakine aktarabilen çocuklar yetiştirmek oldukça önem arz eder. Bunun için de kendini doğru ifade eden anne ve babalara ihtiyaç vardır. Kağan, konuyu şu ifadelerle açıklar:

"Çocuk yetiştirmede çocuğun kendini anlayabilmesi için en önemli nokta aslında duygularını ifade etmeyi öğretebiliyor olmak. Maalesef yaptığımız şey, çocuk ağladığında "Ağlama, niye ağlıyorsun?" demek. Bu yaklaşımlar ile çocuğa duyguyu anlamayı kapat diyoruz, açık ifadeyle. Hayır diyorsak bile sırtını sıvazlayıp; "Anlıyorum, çok öfkelendin ya da anlıyorum bu senin çok istediğin bir şey almak istiyorsun; o yüzden çok sinirlendin, öfkelendin." demek. Yani duygularını ifade etmeyi öğretmek. Bir çocuk duygularını ne kadar ifade eder ve anlarsa o kadar duygular ile iç içe olmayı öğrenir. Bu kadar somatik şikayetlerimizin olmasının nedeni çocukluk çağından ve kültürümüzden öğrendiğimiz duyguları yok saymak. Kültürel olarak duygu öğretilerine baktığımızda, cinsiyet anlamında erkeklere öfke gösterilmesi gereken bir duyguymuş gibi öğretilir. Kızlara baktığımızda bastırılması gereken bir duygu olarak öğretilir. Duygularımızı bastırdığımız için mesela kanser hastalığı daha çok kadınlarda görülür. Erkeklerde en çok gördüğümüz nedir? Öfke kontrolsüzlüğü. Çünkü öfke gösterilmesi gereken bir erkeklik becerisi olarak gösteriliyor."

📌Somatik nedir?
Vücutla ilgili, vücut yapısıyla ilgili, bedensel anlamlarına gelir.

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN