Şiiri sinemanın merkezine yerleştiren filmler
Hayatın her alanında olduğu gibi sinemada da yerini alan şiir, izleyiciyi farklı dünyalara götüren bir kapı niteliği taşır. Şiirin, sinemada somut olarak yer aldığı birçok yapım mevcuttur. Şiirsel sinema dediğimiz bu yapımlarda ilk olarak akla gelenler Andrey Tarkovski, Abbas Kiarostami gibi önemli yönetmenlerdir. Sizler için uzun planlar, sakin bir dil ve soyut anlatımlar ile ön plana çıkan, şiiri sinemanın merkezine yerleştiren yapımları listeledik.
Giriş Tarihi: 28.01.2019
17:31
Güncelleme Tarihi: 28.01.2019
17:41
AYNA - THE MIRROR (1975, ANDREI TARKOVSKY)
Birçoklarına göre Tarkovsky'nin en derinlikli eseri olan Ayna, yönetmenin kendi yaşamından yola çıkarak aşk, anılar, bağlılık ve belki de hayatın kendisi üzerine şiirsel bir film. Tarkovsky'nin olup olmadığı belirsiz, orman içinde bir kulübede, II. Dünya Savaşı'nın öncesinde, yönetmenin eski karısı, annesi, babası, kendi ve ebeveynlerinin kuşakları arasında gidip gelerek anlatılan bir rüya, Ayna'nın yansıttıkları. Efsanevi yönetmenin anne ve babasının gerçekten iştirak ettiği film, ailenin evlerinin eskiden bulunduğu aynı yere hakikaten inşa edilen bir kulübede çekildi. Baba Tarkovsky şiirlerini kendi sesiyle okudu. Anne ise kameranın karşısına geçti.
Poetry (Korece'den tercümesiyle "Shi" -Şiir-) 2010 çıkışlı bir Güney Kore draması ve senaryosunu kaleme alan kişi, aynı zamanda yönetmenlik koltuğunda da oturan sanatçı Lee Chang-dong olarak göze çarpıyor. Filmin ilginç bir hikâyesi var; kentin yoksul mahallelerinden birinde Alzheimer hastalığının pençesinde kıvranırken, altmışlı yaşlarında şiir sanatı ile ilgilenen bir yaşlı kadının hikâyesi beyazperdeye aktarılıyor. Mi-ja hayatını genç torununa adamıştır. Ama yine de şiire karşı büyük bir ilgisi vardır. Bu yüzden bu konuda eğitim alabileceği bir sınıfa kaydolur. Şiir dünyasına girmesine rağmen burası ona hayat hakkında acı gerçekleri de öğretecektir. Shi, 2010 Cannes film festivalinde en iyi senaryo dalında ödül kazanan bir yapım olmuştur.
Neruda, 1940'larda Komünist Parti'ye katılmak için kendi ülkesinde bir kaçak haline gelen, Nobel ödüllü ünlü Şilili şair Pablo Neruda'nın peşine düşen bir müfettişi konu ediniyor. Müfettiş Óscar Peluchonneau ile Pablo Neruda arasındaki kovalama şairane bir dille anlatılıyor. Yönetmenliğini ünlü Şilili yönetmen Pablo Larraín'nin üstlendiği filmin başrollerini Gael García Bernal, Luis Gnecco ve Alfredo Castro paylaşıyor.
TOUKI BOUKI (1973, DJIBRIL DIOP MAMBETY)
Artık sinemada iyice hareketlenmeye başlayan "Kara Kıta"nın mühim sinemacılarından Mambéty, Afrika'nın sinemadaki modernizm temsilcileri arasında başı çekerken, tüketimciliğe karşı olan öfkesini de anlatım stili ve üslubuyla fazlasıyla hissettiriyor.
MESHES OF THE AFTERNOON (1943, MAYA DEREN VE ALEXANDER HAMMID)
20. yüzyılın en önemli ve ilham verici deneysel filmlerinden biri olarak tanımlanan 'Meshes of the Afternoon', Amerikan deneysel sinemasının önemli sinemacılarından Maya Deren'in imzasını taşıyor. Deren en önemli yapıtlarında başı çeken bu filmle, hikâyenin kahramanı olan ve kendisinin canlandırdığı kadın karakterinin iç dünyasında olup bitenleri, gündelik yaşamın ayrılmaz parçaları olan çevresindeki bıçak, telefon ve kapı gibi objeler üzerinden anlatıyor; gerçek ve hayal arasındaki çizginin sınırlarını zorluyor.