Batı'ya damga vuran İslam düşünürü: İbn-i Rüşd kimdir?
İbn Rüşd, İslam düşünce tarihinde, en çok eser veren yazarlar arasında ilk sırada yer alan ve yaşadığı dönemin bütün bilim disiplinlerinde orijinal kitaplar kaleme almış bir alim. Aristoteles'in eserlerini onun doktrinine bağlı kalarak şerh ettiği için İslam aleminde "eş-şarih" olarak tanındı. İşte Batı'ya damga vuran İslam filozofunun hayatı…
Giriş Tarihi: 05.11.2019
15:47
Güncelleme Tarihi: 05.11.2019
17:00
"Dünyanın en doğru sözü şudur; Her nebi hakimdir ama her hakim nebi değildir..."
GAZALİ'NİN ESERİNE KARŞILIK VERDİ
İslam felsefesi içinde, doğa felsefesinin etkisinden sonra başlayan rasyonalist felsefe eğiliminin sistemli hale gelmesi ve genel itibarıyla Aristocu fikirlerinin baskın olduğu okul olarak kabul edilen Meşşaiyyun felsefesinin son temsilcisi ve aynı zamanda İslam dünyasının büyük filozoflarından olan İbn-i Rüşd, Gazali'nin yazdığı "Tehafütü'l- Felasife" (Filozofların Tutarsızlığı) isimli eserine karşılık olarak, "Tehafütü't- Tehafüt (Tutarsızlığın Tutarsızlığı)" adlı esere imza attı.
Bu eseriyle, Gazali'nin İslam dünyasında felsefe ve filozoflara yönelik ortaya koyduğu olumsuz tutumu sarsan İbn-i Rüşd, bu çalışmasından sonra İslam dünyasında "tehafüt" (dengesizlik-tutarsızlık) geleneğini oluşturdu.
Aristo ve Eflatun'un (427-347) felsefesini uzlaştırmaya çalışan İbn-i Rüşd, din ve felsefeyi aynı kaynaktan beslenen iki ayrı alan olarak gördü. İbn-i Rüşd'e göre din vahiy ürünüyken, felsefeyi ise insan aklının ürünü olarak değer gördü, fakat her ikisinin de kaynağının aynı olduğunu savundu.
Batı dünyasında hiçbir Müslüman bilginin sahip olamadığı ün ve şöhrete erişen İbn-i Rüşd, Batı'da doktor olarak tanınsa da daha çok "Aristo yorumcusu " olarak bilindi.
"Halka nazari ve mücerret meselelerden değil, ameli ve müşahhas hususlardan bahsedilmelidir."
İbn Rüşd'ün amacı , vahiy ile felsefenin birbirinden bağımsız olarak nasıl anlaşılıp değerlendirilebileceğini tespit etmek ve buna bağlı olarak ikisi arasında biri diğerini geçersiz kılmayacak biçimde sağlam bağlantılar kurmaktı.
Bunun için o, öncelikle dinle felsefenin konumunu kendi bütünlükleri içinde tespit etti, ardından bu ikisinin ortak noktalarını belirledi. Daha sonra dinle felsefe arasında yapılacak birebir kıyaslamanın yanlışlığını vurgulayarak bu iki alandan birinin diğeri adına feda edilmesinin doğuracağı vahim sonuçlara dikkat çekti.