Çanakkale Savaşı'na giden 'Edebiyat Heyeti'
Çanakkale Cephesi, Birinci Dünya Savaşı'nda Türk milletinin topyekûn mücadele ettiği ve topyekûn kazandığı bir zaferdi. Bu birlik ve beraberliğin mimarları arasında şairler, yazarlar, bestekarlar ve ressamlar da vardı. Çanakkale Savaşları, Türk sanatkarlar için ondan manevi bir duygu oluşturmak, milletin heyecanını yükseltmek, kahramanlık ve fedakarlık hislerini en son derecesine çıkarmak için önemli bir fırsat, aynı zamanda bir sınav oldu. Dünya Savaşı'nın sonuçları ne olursa olsun Çanakkale'nin anlam ve büyüklüğünü tespit etmek ve gelecek nesillere aktarmak sanatkarlarımız için milli bir borçtu.
Giriş Tarihi: 18.03.2019
11:54
Güncelleme Tarihi: 18.03.2019
13:27
BÜYÜK İSİMLER HEYETTE NEDEN GÖREV ALMADI?
Şair-i âzam olarak görülen Abdülhak Hâmid, Çanakkale gezi heyetinde yer almaz. Heyete dâhil olmasa da onun harp yıllarında İlham-ı Vatan'ı ve Yadigar-ı Harb adlı tiyatro oyununu yayınladığına, Çanakkale Zaferi vesilesiyle de Milli Tekbir adlı bir manzume kaleme aldığına dikkat çekilir. Heyette olmayan bir diğer isim Samipaşazade Sezai'nin Çanakkale'ye davet edilmiş olsa bile hastalığı yüzünden bu teklifi kabul etmediğini düşünülür. Halit Ziya, gezinin gerçekleştirildiği günlerde Almanya'da inceleme gezisindedir. Davet edilen şairler arasında olan Tevfik Fikret, bu süreçte ağır hastadır ve Çanakkale gezisine davet edilen şair ve yazarların dönüşünden yirmi altı gün sonra vefat etmiştir.
MEHMET AKİF BAŞKA BİR GÖREVDEYDİ
Mehmet Akif, davet edilen şairler arasında değildir, çünkü aldığı görevle 1914 sonunda Almanya'daki esir kamplarında tutulan Müslüman esirlere yanlış cephede savaştıklarını anlatması için Berlin'e gönderilmiştir. Mehmet Akif, Mayıs ayı ortalarında resmi görevli olarak Teşkilat-ı Mahsusa'nın başkanı Kuşçubaşı Eşref Bey'in idaresindeki heyetle Arabistan'ın Necid bölgesine yapılan seyahate katıldığından İstanbul'da değildir. Ayvazoğlu, heyette yer alacak isimlerin tespitinde Ziya Gökalp'in önemli bir rol oynadığı kanısındadır. Gezi sırasında tatsızlık çıkmaması adına mümkün olduğu kadar aralarında fikir ayrılığı bulunmayan, hatta birbirlerini tanımakla birlikte ideolojik yakınlığı bulunan isimlerin bilhassa Türkçülerin tercih edildiği tahmin edilir.
Servet-i Fünûn yazarlarından Hüseyin Cahit, Harbiye Nâzırı Enver Paşa ve Şehzade Ömer Faruk Efendi ile birlikte Çanakkale cephelerini edebî heyet üyelerinden daha önce gezme imkânı bulmuş ve izlenimlerini de Tanin gazetesinin 6-8 Temmuz 1915 tarihli nüshalarında uzun uzadıya anlatmıştır.
ÇANAKKALE ZAFERİ, KIRILAN GURURU TAMİR ETTİ
Çanakkale'ye davet edilenler arasında gördüklerini uzun uzadıya anlatan tek isim Hamdullah Suphi'dir. Hamdullah Suphi'nin notlarından alınan bilgilere göre; edebî heyet muharebe alanına ulaşmak için Balkan Harbi'nin acı izlerinin hâlâ silinmediği yerlerden geçmek zorunda kalır. Türk ordusunun bozguna uğradığı ve perişan bir şekilde geri çekildiği bu topraklardan geçmek heyet üyelerine çok ağır gelir, çünkü Türk ordusunun Balkan Harbi'nde aldığı ağır mağlubiyet Türk ruhunda utanma hissi yaratır. Çanakkale'de kazanılan zafer, Türk'ün Balkan Harbi'nde kırılan gururunu tamir etmiş ve yerlerde sürünen haysiyetini ayağa kaldırmıştır.
HEYETİN KEŞAN’DAKİ ACI HATIRALARI
Keşan, Balkan Harbi sırasında Bulgarlar tarafından vahşice tahrip edilip adeta taş üstünde taş bırakılmayan bir Türk şehridir. Edebî heyetin harabeye dönmüş olan bu şehre varışına kadar şahit oldukları olaylar, tanıştıkları zabitler, doktorlar ve halkla sohbetleri not edilir. Dikkat çeken husus şudur ki, milletin geleceği konusunda aslında endişeli olan heyet, cepheye koşan halkın azim ve cesaretini gördükçe zaferin artık ordumuzun hakkı olduğu inancını taşımaya başlar. Yolculuk sırasında pek çok savaş hikâyesi, menkıbeler dinler, sağlam Türk evlerinin nasıl yakılıp yıkıldığını, Müslüman halkın nasıl kovulduğunu öğrenirler.
GÖKYÜZÜNDE HA VE KAF HARFLERİ
Keşan'dan Gelibolu'ya doğru yola koyulan edebî heyet, savaş alanlarına epeyce yaklaştığı için artık gece yolculuğu yapmak zorundadır. Yolculuk yaptıkları bir gece çok büyük, çok renkli ve ihtişamlı bir ışıkla gökyüzünün aydınlandığını görmeleri üzerine yaşadıkları şaşkınlığı anlatırlar. Kafiledekilerin bazıları belirsiz bir duman yığınını andıran gökyüzünde "fethun" kelimesindeki "ha" harfini bazıları "karîb" kelimesindeki "kaf" harfini bazıları da kelimenin tamamını gördüğünü iddia ederler. Ayvazoğlu, göktaşının bıraktığı bir izde bu okumaları yapmanın hurafe hissinden çok, Türk insanının kurtuluş için bir mucize bekleyişinden kaynaklandığını düşünür.