Cesetler üzerinde teşrih yapan Osmanlı hekimi
Dünya tıp tarihinde, organ naklinin ilk emarelerinin Osmanlı'da görüldüğünü biliyor muydunuz? Peki ya, Avrupa'nın hayvanlar aracılığıyla kötü muamele ettikleri bir dönemde, Osmanlı alimlerinin akıl hastalarını müzikle tedavi ettiğini ve onlara özel hastaneler kurduklarını? Peş peşe gerçekleştirilen seferler ve salgın hastalıklar nedeniyle Osmanlı'nın en çok ihtiyaç duyduğu alanlardan biriydi, tıp ilmi. İslam alimlerinden aldıkları mirası, daha ileriye taşıyan Osmanlı'ya dair, tıp tarihinde bilinmeyenleri sizler için derledik.
Giriş Tarihi: 09.09.2019
17:15
ORGAN NAKLİNİN İLK EMARELERİ 17. YÜZYILDA GÖRÜLDÜ
İstanbul'un fethinden önce Hacı Paşa, Şifâ'ü'l Eskaam 'ında hastalıkların klinik arazi ve teşhisini çok iyi açıklamıştı.
16'ıncı asır sonlarında, Kaamûsü'l Hikme ve't Tıb' ta Arapça tıp terimleri Türkçeleştirilmeye başlandı. Ahmed bin Mehmed, İstanbul'da tıp tahsil etmiş, Hindistan'a gidip Şâh-ı Cihân'ın hususi hekimi olmuş, İstanbul'a dönüp Kaamûsü'l Enbâ 'sını telif etmişti.
Organ naklinin ilk emareleri de görülmüştü. IV. Murâd'ın hekimi Emîr Çelebî, 1624'te Enmûzec fi't Tıbb' ında cesetler üzerinde teşrih yaptığından bahseder.
AKIL VE RUH HASTALIKLARI AYRI BRANŞLARA AYRILDI
Ayaşlı Şaban Efendi'nin eş-Şifâ fi Tedbîri'l Mevlûd 'u, kadın, doğum ve çocuk hastalıkları üzerinde devrinin en iyi eseriydi.
18'inci asırda artık Avrupa tıp kitapları, doğrudan Türkçe'ye tercüme edilmeye başlandı.
Akıl ve ruh hastalıkları çoktan ayrı branşlar olarak ayrılmıştı. Sinoplu Mü'min Çelebî, 1453'ten önce II. Murâd'a sunduğu Zahıyre-i Murâdiyye 'sinde 25 bâb halinde akıl, ruh, sinir hastalıklarını incelemişti.
Sonra ünlü Osmanlı akıl ve ruh hastaneleri yükselmeye ve tıp medreselerinin ihtisas klinikleri olarak da kullanılmaya başlandı.
AKIL HASTALARINI TEDAVİ ETMEYİ OSMANLIDAN ÖĞRENDİLER
Osmanlılar 19'uncu yüzyıla kadar akıl ve ruh hastalarının tedavisinde dünyanın en üstün çizgisini muhafaza ettiler.
Şuûrî Efendi, Mir'at Emzice 'sinde, ruh hastalarının musiki ile tedavisini anlatır. Akıl hastalarını tedavi etmeyi Avrupa, Türklerden öğrenmiş; Avrupa'dan çok önce akıl hastalarına özel hastaneler kurmuşlardı.
1818'de Fransa'da akıl hastaları, hasta kabul edilmez; hayvanlardan ve canilerden kötü muamele görür, eski asırlarda ise yakılırdı. Osmanlı devletinde yaşayan Rumlar da, Türklerin delileri hastaneye yatırması ile alay edip kendi cemaatlerindeki delileri, vücutlarına giren şeytanı kovmak için döver, aç ve susuz bırakırlardı.
HASTALIKLARI BİRBİRİNDEN AYIRABİLİYORLARDI
Osmanlı hekimleri, "ateh-i kable'l mîâd" dedikleri erken bunama , "mâl-ü hülyâ" dedikleri melankoli ve "kara sevda" dedikleri histeriyi birbirinden ayırabiliyor; her birini ayrı ayrı tedavi ediyorlardı.
Kanuni Sultan Süleyman, Süleymaniye Külliyesi içinde erkek; zevcesi Hürrem Sultan ise kadın akıl hastaları için birer hastane yaptırdı.
Zaten İstanbul ve diğer şehirlerde de daha önceden yapılmış benzeri hastaneler mevcuttu. En ünlüsü, Kanuni'nin dedesi II. Bayezid'in Edirne'deki Bayezid Hastanesi'ydi.
MÜZİKLE TEDAVİ OLDUKÇA YAYGINDI
Edirne hastanesinde ruh ve akıl hastaları, çiçek, yemek ve musiki ile tedavi ediliyordu.
Hangi hastalara hangi çiçek, yemek ve hangi makamdan musikinin iyi geldiği, hekimlerce tespit edilirdi. Bu iş için hastanenin on müzisyeni mevcuttu. Diğer hastanelerde de musiki ile tedavi bulunuyordu.