Fotoğraflar da, yangınlar ve depremlerle tahrip olan Kapalı Çarşı ve esnafı görülebiliyor. Kız Kulesi, Yere Batan Sarnıcı, Anadoluhisarı ve Rumelihisarı gibi tarihi mekânlar da yer alıyor. Osmanlı dönemindeki toplumsal yaşayışa ilişkin görüntülerin de gözler önüne serildiği karelerde arzuhalciler, sırık hamalları, köprü parasını toplayan tahsildarlar ve itfaiyeciler de dikkat çekiyor. Seyyar kahvehaneler, adalar, yalılar... İstanbullunun boğaza nazır, mangal ateşinde pişen Türk kahvesini yudumlayabildiği, iki iskemle bir masayla hizmet veren 'seyyar kahvehanelere' ait fotoğraflar da bulunuyor. Galata Kulesi, Unkapanı Köprüsü, Yedikule ve adaların geçmişten bugüne değişimleri, tarihi yalılar ve köşkler de fotoğraflarda gözler önüne seriliyor. 1850'lerde dünyanın en büyük birkaç kentinden biri olan İstanbul, aynı zamanda Londra ve Paris'ten sonra en kalabalık üçüncü Avrupa kentiydi. Sanayi Devrimi'nin henüz tam anlamıyla uğramadığı İstanbul'un nüfus açısından endüstrileşmiş kentlerle aşık atabilmesinin nedeni, 19. yüzyılda kaybedilen Balkan, Kırım ve Kafkas topraklarından aldığı kayda değer göçlerin yanı sıra yüzyıllardır Avrupa'nın ve dünyanın sayılı siyasi ve ticari merkezlerinden biri olmasıydı. Ve siyasetin olmasa da ticaretin merkezi tartışılmaz bir şekilde Galata'ydı. İstanbul, her dönemde edebiyatın vazgeçilmez ilham kaynağı olmuş, yazarlar ve şairler İstanbul'un ihtişamını eserlerinde büyük bir titizlikle işlemişlerdir. Eski İstanbul, nüfus ve yerleşim alanı bakımından şimdiki durumuna göre çok az ve küçük olmakla beraber günümüzün aksine çok renkli bir toplum yapısına ve hayat tarzına sahipti.İmparatorluklar doğası gereği din, dil, ırk ve cins bakımından birbirinden farklı unsurları bünyesinde barındıran devasa yapılardı. İmparatorluk başkentleri idare merkezi olmanın yanında aynı zamanda farklı coğrafyadan insanların bir arada yaşadığı yerleşim birimleriydi. Bir başka deyişle bir imparatorlukta hangi unsurların yaşadığını görmek için başkentlerine bakmak yeterliydi. Bu durumun en bariz örneği ise eski İstanbul'du. Asırlar öncesine dayanan tarihi ile İstanbul, birbirinden farklı birçok yapıya da ev sahipliği yaptı. Bu gözde şehrin dört bir yanına inşa edilen kuleler kimi zaman bir yangının habercisi, kimi zaman salgın hastalıklarda karantina bölgesi, kimi zamansa bir suikastın en büyük tanığıydı. Çarşılar, hanlar, hamamlar, kervansaraylar, menzilhaneler Türk medeniyetinin çok eski zamanlardan beri devam ede gelen eserleridir. Türk beldelerinin hepsinde belli bir döneme kadar kullanılmış olan bu yapılar, halkın temizlenme, barınma ve diğer birçok ihtiyaçlarını temin etmek amacıyla inşa edilmiştir. Asya'nın bir ucundan öbür ucuna kadar belli bir ölçü dâhilinde yapılmış olan bu yapılar Hint'ten, Çin'den, Türkistan'dan, Kazan'dan, Kırımdan, Eflak-Boğdan'dan, Tuna boyu ülkelerinden, tâ Lehistan'a, Macaristan'a, Bosna-Hersek'e ve Tunus'tan Cezayir, Trablus, Suriye, Mısır, Yemen'e, Irak'tan Basra Körfezi'ne kadar olan memleketlerin yetiştirdiği masnuat ve mahsulât, her ülkenin ihtiyacı temin edildikten sonra İstanbul'a yetecek yiyecek ve giyecek maddeleri yukarıda isimleri zikredilen hanlarda muhafaza edilmiştir. Çarşılar, hanlar, hamamlar, kervansaraylar, menzilhaneler Türk medeniyetinin çok eski zamanlardan beri devam edegelen eserleridir. Türk beldelerinin hepsinde belli bir döneme kadar kullanılmış olan bu yapılar, halkın temizlenme, barınma ve diğer birçok ihtiyaçlarını temin etmek amacıyla inşa edilmiştir. Asya'nın bir ucundan öbür ucuna kadar belli bir ölçü dâhilinde yapılmış olan bu yapılar Hint'ten, Çin'den, Türkistan'dan, Kazan'dan, Kırımdan, Eflak-Boğdan'dan, Tuna boyu ülkelerinden, tâ Lehistan'a, Macaristan'a, Bosna-Hersek'e ve Tunus'tan Cezayir, Trablus, Suriye, Mısır, Yemen'e, Irak'tan Basra Körfezi'ne kadar olan memleketlerin yetiştirdiği masnuat ve mahsulât, her ülkenin ihtiyacı temin edildikten sonra İstanbul'a yetecek yiyecek ve giyecek maddeleri yukarıda isimleri zikredilen hanlarda muhafaza edilmiştir.