Fes Osmanlı'ya nereden geldi?
Arabi veya sıfır numara; yar tekmesi veya kuş yuvası; ayıp kapayan veya kel örten; limon kabuğu, ve saksı dibi. Bu sıfatlara aşina olanınız var mı? Bir asır kadar Osmanlı'nın başında taht kuran feslerden bir moda oluşturulmuştu. Padişahlar dahi belli bir türde olmayan fesleri giymezdi. Öyle ki baş tacı olan bu feslerden kişinin ne iş yaptığı dahi anlaşılırdı. İşte tarihin mahzenlerine gömülmeden önce günlük hayatın başrollerindeki feslerin tarihi geçmişi...
Giriş Tarihi: 18.09.2019
13:46
Güncelleme Tarihi: 25.05.2022
17:25
FES GİYENLERİN NE İŞ YAPTIĞI ANLAŞILIRDI
🔘 Renginden giyenin ne iş yaptığı, hatta siyasî görüşü anlaşılırdı. Narçiçeği renginde feslerinden dolayı hafiyeler için 'Ey kıpkızıl fesler, a köpek yüzlü asesler' mısraı dile düşmüştü. Kırmızı fes giyene 'Ciğer sanıp çaylak kapacak fesini' diye alay ederlerdi.
🔘 Nitekim mütareke zamanında İnegöl kaymakamının fesini çaylaklar kapmıştı. Fes eğer kaliteli değilse, giyeni rezil ederdi. Yağmurda boyası alna akar, giyeni 'apukarya maskarası'na çevirirdi. (Rumların apukarya karnavalında yüzlerini boyamasından kinayedir.)
🔘 Yaygın püsküllü fes , Sultan Mahmud devrinde devlet ricâlinin tercihiydi . Ama ekseriyet perçem püsküllü fes giyerdi. Püskül, ekseri siyah ibrişimden, bazen de mavi olurdu. 1845'de bir püskül nizamnâmesi çıkarılmış; memurların püskülünün kaç dirhem çekeceği bile tayin edilmişti.
🔘 Vücudun hareketiyle bu püskülün dalgalanıp sallanması, bir zarafet ve mana taşırdı. Nikoğos Ağa'nın 'Bir yana eğdir fesin ey nevcivan/Halka halka kâkülün olsun ıyân' diye başlayan şarkısı dillerde dolaşırdı. İzzet Melih'in bir romanında, faytonla Pera'ya giden delikanlının habire sallanan püskülüne İngiliz kızları mest olurlar. Püskülün tam enseye düşmesi makbuldü . Öne getirmek, kabadayılara mahsustu. Püskülsüz gezmek, kravatsız gezmek gibiydi.
🔘 Fes halen Mısır dahil Kuzey Afrika ülkeleri ve Endonezya ile Malezya başta olmak üzere birçok İslâm ülkesinde kullanılıyor. Türkiye'de 1925 yılında çıkarılan özel bir kanunla yasaklanan fesin ülkeye gelişi II. Mahmud devrine rastlar. Yeniçeri Ocağı'nın 1826'da kaldırılmasıyla onun yerine kurulan Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye ordusuna önceleri Nizâm-ı Cedîd'inkine benzeyen bir kıyafet verilmişse de iki yıl sonra değişiklik yapılmış ve ilk olarak başa şubara* yerine koyu kırmızı fes giyilmesi kararlaştırılarak padişahın bu konudaki hatt-ı hümâyunu ilân edilmiştir. Bu ilk fes başlangıçta 20-25 cm. yüksekliğinde ve standart modelinin aksine tepeye doğru hafifçe genişleyen bir şekildedir.
Şubara: Tepesi yuvarlak ve dilimli çuhadan yapılmış bir nevi başlık.
🔘 Fesin düz olan tepe kısmına "tabla " adı verilir ve bunun merkezindeki "ibik " denilen çıkıntıya lâcivert veya siyah bir ipek püskül bağlanır. II. Mahmud devri mavi ipek püskülünün arkası uzun, önü kâkül gibi kısa ve oldukça geniştir. Yüksekliğin muntazam görüntüsünün bozulmaması için fesin içi kartonla desteklenir.
🔘 Genel görünüşü bu şekilde olan fes, ortaya çıkışından sonra padişahların istekleri doğrultusunda değişikliğe uğramış ve Abdülmecid döneminde küçülmeye başlayarak aşağı yukarı son zamanlardaki şeklini almıştır (mecidiye kalıp ); Abdülaziz yayvan (aziziye kalıp ), II. Abdülhamid ise daha dik bir fes (hamidiye kalıp ) tercih etmiştir.
🔘 Fesler yapağıdan (koyun ve kuzudan ilkbaharda kırkılan tüy) yapılır ve bunun için en uygunu merinos koyunundan elde edilendir. Boyayı iyi tutması ve çabuk sertleşmemesi için yapağının kalitesinin yüksek olması gerekir.
🔘 Fesin dokunuşu çorap örgüsüne benzer ve önce torba gibi bir şekil alır; sonra bol su ile keçeleştirilir. Boyanmış fesler tekrar su ile yıkanarak dink işlemi yapılır ki bundan sonra küçülür ve külâh haline gelir; bir sonraki safha havalandırma ve tüylendirme, son safha ise kalıplama ve perdahtlamadır (perdah).