İlk Müslüman kadın hükümdar Raziye Sultan'ın iktidar savaşı
Sekiz asır önce kadının değil siyasette, sosyal hayatta bile yerinin olmadığı bir dünyada, dört yıl boyunca Hindistan gibi bir ülkeyi idare etmişti, Raziye Sultan. Delhi Sultanlığı'nın ilk ve tek kadın hükümdarıydı. Dini, dili, örf ve adetleriyle birbirinden derin farklılıklara sahip bir coğrafyada sultanlık yaptı. Ata binmeyi, ok, kılıç kullanmayı haremde oturup nakış işlemeye tercih etmişti. Cuma hutbelerinde belki de ilk defa bir kadının adı okundu, sikkeler, en süslü hil'atlerle donandı, Abbasi Halifesi dahi onun sultanlığını kabul edip onaylamak zorunda kaldı.
Giriş Tarihi: 25.02.2019
13:04
Güncelleme Tarihi: 25.02.2019
13:15
Raziye Sultan Hindistan'ın ilk Müslüman kadın hükümdarı olduğu gibi, Türk-İslam tarihinin de en önemli şahsiyetlerinden birisiydi. Babası İltutmuş'un ölümünden sonra taht mücadelesinin yaşandığı sırada tahta Raziye Sultan oturdu. Öldüğünde otuz bir yaşındaydı. İsyanlara, ihanetlere, entrikalara, haksızlığa karşı yılmadan mücadele etmekle geçen dört yıldan da kısa yönetimiyle tarihe damgasını vurdu. İlginçtir ki, Moğol akınları sırasında Hindistan'a sığınan Türkistan sufileri ile birlikte Türk Sultanların türbeleri bugün yalnız Müslümanların değil Hinduların da ziyaretgâhıdır. Bu sultan ve evliyaların neredeyse tek amaçları İslâmiyet'i yaymak olsa da, hiçbiri dinî hoşgörüden ayrılmamış, Müslim ya da gayrimüslim ayırt etmeden adaleti sağlamada hep haklının yanında olmuş, her kesime hizmet etmişlerdi.
Hindistan'da yeni bir dönemin başlangıcına işaret ediyor, dinî, millî, kültürel bir dönüşümü simgeliyordu. Delhi Türk Sultanlığının zaferle tutulmuş tarihî bir kaydı gibiydi, hemen her katında bir Türk Sultanın izi vardı; temelini Aybeg atmıştı, taşlarını İltutmuş döşemiş, son katını Tuğluklar çıkmıştı. Hepsi iki asır boyunca adaleti her şeyin üstünde tutan bir anlayışla Hindistan'ı yönetmiş, kulluktan sultanlığa bir yıldız gibi yükselmiş birbirinden seçkin liderlerdi. İçlerinde kısa ama sıradışı hayat öyküsüyle Raziye Sultan dikkati çekiyordu. İsmini Tancalı İbn Battuta , Seyahatname'sinde geçirmişti. İltutmuş'un üç oğluna rağmen kendisinden sonra tahta geçmesini istediği veliahdıydı. Kanıyla canıyla genişlettiği, Aybeg'den miras aldığı bu değerli toprakları oğulları yerine kızına emanet etmeyi tercih etmişti. Sekiz asır önce kadının değil siyasette, sosyal hayatta bile yerinin olmadığı bir dünyada, dört yıl boyunca Hindistan gibi bir ülkeyi idare etmiş olması, yalnızca Türk tarihi için değil bütün dünya tarihi için de çok önemli bir olaydı.
İltutmuş'un çocukları arasında cinsiyet ayrımı gözetmeksizin, her türlü önyargıdan uzak yalnızca liyakate göre verdiği bu karar elbette takdire şayandı. Hiç kuşkusuz kendi de, ondan önce gelen Aybeg de, sonraki Türk Sultanları da babadan oğula geçen bir sistemle değil, hak ettikleri için oturmuşlardı Delhi tahtına.
Raziye Sultan iyi aldığı eğitimle birlikte, daha babası hayattayken devlet işleriyle ilgilenmeye başladı. Ata binmeyi, ok, kılıç kullanmayı haremde oturup nakış işlemeye tercih etmişti. Dönemin tarihçilerine bakılırsa daha küçük yaşlardan itibaren parlak zekâsı, ileri görüşlülüğü, bilgeliği, iyilikseverliği, cesareti ve kahramanlığıyla, bütün bu istikbal vaat eden güçlü kişiliğiyle babasının kalbini fethetmişti. Ve ne olduysa Gwalior seferi sonrası olmuştu.
"OĞULLAR VARKEN BİR KIZIN TAHTA OTURMASI, HİÇ DE UYGUN DEĞİLDİ!"
Yönetimi kızına emanet etmiş olan İltutmuş . dönüşünde onun inisiyatif kullanarak verdiği isabetli kararlar ve aldığı tedbirler karşısında hayranlığını gizleyememiş ve veliahtlık konusundaki kararını bir fermanla kalıcı kılmak istemişti. Fakat önyargıları kırmak demin kırmaktan zordu... İtirazlar anında yükselmişti: "Oğullar varken bir kızın tahta oturması, hiç de uygun değildi."
Aybeg, İltutmuş, Balaban, Halaç, Tuğluk... Dini kimliklerini belirten diğer isimleriyle Kutbeddin, Şemseddin, Gıyaseddin, Alâeddin ve Muhammed. Her biri bugün Hindistan'ın, Endonezya'dan sonra en kalabalık Müslüman nüfusa sahip olmasını sağlayan Türk sultanlarıydı. Aslında Hindistan'ın İslâmiyet'le tanışması bu sultanlardan iki asır önce Sebük Tigin oğlu Gazneli Mahmud döneminde gerçekleşmişti, ama kalıcılığı sağlayan Delhi sultanlarıydı.
Aybeg başlangıçta Afgan kökenli Muhammed Guri'nin ordusunda sıradan bir askerken kısa sürede başarıları ve kahramanlıklarıyla önce başkomutanlığa, oradan da Delhi tahtına yükselmiş ve kendi devleti, Kutupşah Hanedanlığını kurmuştu. Ne tesadüftür ki, aynı yüzyılda Mısır'da Eyyübi Hanedanlığına son verip Memluk Devleti'ni kuran Türk beyinin ismi de Aybeg'di . Kanla, soyla gelen asalet anlayışı, başta Hindistan olmak üzere birçok devlette görülen kast ve sınıf sistemi çoğunluğu Kıpçak kökenli Memlukler arasında yoktu. Başarılı, liyakat ve erdem sahibi bir köle en üst makamlara kadar yükselebiliyordu. Araştırılmaya fazlasıyla ihtiyaç duyulan Türk tarihinin gizemli bir yüzüydü Memlukler.