İslam sanatlarında eskimeyen gelenek: İcazetnameler
Öğrenim hayatınızın sonunda eğitmen olabilmek, öğrendiklerinizi başkalarına aktarabilmek için hocalarınızdan izin alma şartı olsaydı ne yapardınız? Osmanlı'da böyle bir sistem vardı: İcazetname … Günümüzdeki adlandırılış şekliyle "mezuniyet belgelerinin kökeni" olan icazetnameler, ilmin bir şekilde akıtılması anlamını taşıyan bir tanımlamayı ihtiva eder. Tarihi bir derinliğe sahip olan icazetnameler; medreselerde eğitim ve öğrenimlerini tamamlayanlara, üstadlarının verdiği yazılı belgelerdi. İlk olarak hadis alanında daha sonra ise diğer ilimlerde kullanılmaya başlandı.
Giriş Tarihi: 27.08.2021
17:10
Güncelleme Tarihi: 27.08.2022
11:39
Sesli dinlemek için tıklayınız.
İcazetlerin muhtevası: İlmi icazetlerin özellikleri
(x) Saraybosnalı Sipâhîzâde Hasan Hüsnü'nün 16 Şâban 1303 (20 Mayıs 1886) tarihli umumi ilmî icâzeti (Saraybosna Gazi Hüsrev Bey Ktp., nr. 2862)
📌 Hadis-i şerif ile başlayan icazet geleneğinde bütün hadislerin başında bir "besmele" vardır; iki mutlaka "hadis-i şerif ve ayet-i kerime" yer alır. İlmiye icazetinde; günümüzdeki üniversite eğitiminde yer alan format mevcuttu. Medrese hocaları icazetlerde; "usul ve fûru, hadis ve tefsir konularında ilim tahsil etmiş" olarak talebeyi tanımlardı.
📌İcazetlerde ilimlerin türlü türlü olduğunu ifade eden Beşinci, "sayfalı olan icazetlerde genelde ilk önce ilim tanımlanır. İlimlerin en şereflisi dünya ve ahiret ilimlerini almaktır" diyerek, ilmi icazetlerde neler yazdığını şöyle anlatır:
VIDEO
Akli ve nakli meziyetlere sahip olmuş, usul ve fûruda her ayrıntıyı okumuş, parlak bir zekâya sahip olan bu talebemin (hocası talebesine; vasıflarını, şahsiyetini, kişiliğini, tahsil gördüğü süreç içerisindeki tanımlamaları yapıyor) parlak bir geleceğe hidayet güneşi gibi irfan sahibi olduğunu gördüm. Bu talebe benden okumuş olduğumuz kitapları ve elden geçirdiğimiz rivayetleri, okuduğumuz metinleri rivayet edebilme yetkisini ayrıca da bu aldıklarını talebelere de ders olarak anlatabilmeyi, ayrıca da istenildiği zaman bu konuları müzakere edebilmeyi, istifade ettiği şeyleri irat edebilmeyi, benden sahip olduklarını, duyduklarını her türlü isnat edebilmek için izinname talep etmiştir.
Burada karar müderrisin olur.
📌 Usul kelimesi kişinin anne, baba ve onların anne ve babası şeklinde yukarıya doğru devam eden ve kendisine kan bağıyla bağlı üst soy hısımlarını, fûru ise aynı şekilde aşağıya doğru devam eden alt soy hısımlarını ifade eder.
📌 Burada; teorik ve pratik; akli ve nakli; hadis ve tefsir; usul ve füru tüm ilimlerde rivayet edilmesi caiz olan, dirayetimden geçmiş bütün ilimlerin kendisi tarafından da rivayet edilmesine izin veriyorum" açıklaması anlatılmak istenir.
Osmanlı’da nasıl mezun olunurdu?
📌 Fatih medreselerinde talebe, ilk seviyedeki 4 yıllık eğitimi içerisinde, bir yılda hangi hocadan hangi kitabın dersini almışsa , sadece o kitapla ilgili aldığı tahsilin vesikasını alır. Şahadetnamesini veya icazetnamesini almaz.
📌Fatih medreselerinde, o kadar ayrıntılı bir şekilde nizamname yapılmış ki; bir müderris, okuttuğu kitapla ilgili bir başka hocaya, o kitapla ilgili bir vesika hazırlayıp vermelidir. Bir vesika sahibi olmayan talebenin kaydı yapılamaz.
📌Kısaca, sınıf değil kitap geçme usulü var. Müfredattaki eserleri okuyup başarılı olmak gerekiyor. Bu şu demek; 15 yaşında ya da 25 yaşında da mezun olabilirsiniz. Kitabın okunduğuna dair verilen vesika ile bir üst sınıfa veya kitaba geçişte, müderris o vesikaya bakıyor. Ondan sonra bir vesika veriyor. 4 yıl bu şekilde bitiyor.
📌İlmiye sınıfında 10 -12 yıldan aşağıya icazetname almak pek mümkün değildir. 4 yıllık bölüm bittikten sonra o bölümle ilgili şahadetname verilir. Bugünkü karşılığı lisans, yüksek lisans, doktora gibidir… Bütün bunlardan sonra icazetname ile mülâzemete müracaat edilir, kayıt yapılır. Sıra geldiği zaman Mülâzemet Rüûsu imtihanına girilir.
(x) *Mülâzemet Rüûsu, şahadetnamesi başarılı olanlara verilir.
📌Osmanlı'da özellikle Fatih ve Süleymaniye medreselerinde başlayan bu gelenek, uzun süre devam etmiştir.
VIDEO
Kullanıldıkları alana ve konularına göre icazetlerin başlıcaları; ilmî icazet, hadis icazeti, feraiz icazeti, Ṣaḥîḥ-i Buḫârî icâzeti, Şemâil-i şerif icazetidir. Bütün ilimlerin bir âlimden veya medreseden tahsilini tamamlayanlara verilen icazet ise umumi icazettir. Bunların içlerinde başlı başına müstakil bir icazetname türü olan feraiz icazetnamesini kısaca inceleyelim.
📌Feraiz icazetnamesi nedir?
Feraiz, başlı başına müstakil bir icazetname türüdür. Külli bir icazetname değil tamamen hususidir… Günümüzdeki alanı medeni hukuktur. Ağırlıklı olarak matematiksel formüllere ve hesap uzmanlığı gibi konulara tekabül eder. Feraiz ilminde talebenin hafızasının canlı olması gerekir. O nedenle hocalar talebeleri, başta aldıkları eğitim esnasında - feraizi her talebenin yapamayacağını bildikleri için - farklı alanlara yönlendirir.
Fıkıh okumak isteyen Buhari'ye hocası, "hafızanız çok canlı, çok iyi ezber yeteneğiniz var, dolayısıyla siz hadis ezberlemelisiniz" demiştir. Onun için bugün Buhari'nin hadis külliyatı vardır. Bu anlamda feraizde hocalar, talebeleri yönlendirir. Klasik dönemde feraiz ilmi almış müderrisler, bir bölgenin en önemli kişileri ve herkesin başvurduğu, kapısını çaldığı kişiler olmuştur.
Feraiz ilmini alan talebeye hocası mahremiyetin çok önemli olduğunun vurgusunu yapar. Feraiz talebelerinin girdikleri evde, hukuklarının çok mahrem olmasının gerektiğini söylerler. Hatta bir icazetnamede "başınızı pencereden yukarıya kaldırmayın" şeklinde belirtilmiştir.
VIDEO
(x) Hâfız Tâceddin Mahmûd b. Kemal es-Sâvî'nin İmâd el-Vâiz'e el-Envârü'l-lümʿa fi'l-cemʿi beyne'ṣ-ṣıḥaḥi's-sebʿa adlı eserinden dolayı verdiği hadis icâzeti (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 373, vr. 2b)
📌 Hadis icâzeti nedir?
İlk muhaddisler, hadis öğrenimini kolaylaştırmak ve hadis kültürünün yayılmasına hizmet etmek amacıyla icâzet verme ve alma yolunu benimseyip bilgilerini zenginleştirmeye gayret ettiler. Osmanlı'nın son muhaddisi sayılabilecek olan Zâhid el-Kevserî'nin icazet ve rivayet silsilelerinden anlaşılmaktadır ki, Osmanlı dönemi Anadolusunda on yedinci asırdan itibaren hadisler, nakil usulüne uygun bir biçimde aktarılıyordu.
İslâm'da bilhassa hadis rivayetinde isnada çok önem verildi. İsnada bu kadar önem verilmesinin nedeni, aslı olmadığı hâlde Hz. Peygamber'e atfedilen birçok rivayetin ortalıkta dolaşmasıydı. Abdullah b. Mübârek'in (181/798) şu sözü, bu tespiti özetler niteliktedir: "İsnad dindendir; eğer isnad olmasa idi muhakkak her isteyen istediğini söylerdi."
Bu noktada İslâm ilim geleneğine mahsus bir olgu olarak haberleşmenin ve bildirimde bulunmanın bazı ahlâkî esaslar üzerine bina edildiği görülür. Haberleri aktaran kimselerin "sika" (güvenilir) ve "sâdık" (doğru) kimseler olmaları en başta gelen ölçüttür.
Bu nedenle icazetlerin, ilmin kimden ve hangi kaynaktan olduğunu bildirmesi, bu geleneğin muhafaza edilmesi anlamı taşır.
Osmanlı dârülhadislerinde ders metni olarak Sahîh-i Buhârî , Sahîh-i Müslim ; Beğavî'nin Mesâbîhu's-sünne ; es-Sâğânî'nin Meşâriku'l-envâr gibi eserleri okutulmuştur.