İsmi var cismi yok efsanevi kuşlar
Türk ve dünya kültüründe önemli yeri olan, kimseye muhtaç olmadan kendi başına yaşayan, küllerinden doğan efsanevi kuşlar vardır. İnsanların bahtını açan, gölgesinin bile mutluluk getiren bu efsanevi kuşlar, insanların belleğinde asırlardır yaşadı. Peki, ismi var cismi yok bu efsanevi kuşlar nelerdi?
Giriş Tarihi: 02.03.2019
16:22
Güncelleme Tarihi: 02.03.2019
16:55
HÜMA KUŞU NEYİ SEMBOL EDER?
Devlet kuşu vasfındaki devlet kavramı hümayun kelimesinin 'Hüma'dan gelmesi sebebiyle, hem iktidar hem de saadet ve ikbal anlamlarını içerir. Rivayete göre bu kuş kimin başına konarsa, o kişi şeref ve ikbale nail olur.
Hüma kemikle beslenen, üzerinden geçtiği insanlara mutluluk ve zenginlik getireceğine inanılan mitolojik bir kuştu. Bu kuş yere inmez çok yükseklerde uçar, havada yumurtlarmış. Yavrusu da yumurtadan çıkar çıkmaz uçarmış. Bu sebeple Hüma'nın ayakları olmadığına inanılır. Hüma zararsız hayvanları incitmez, yalnız yırtıcı kuşları avlar, kemiklerini yermiş. Rivayete göre Hüma'nın dirisi ele geçmez, belki sahrâ-yı Hıtâ dâhilinde ve deşt-i Kıpçak'ta ve Hindistan etrafında ölüsü bulunurmuş. Hüma'yı bile bile öldüren bir kimsenin kırk gün içinde öleceğine inanılır.
Daima gökyüzünde yaşayan Hüma yere bazen 40 arşın yaklaşır ve o zaman gölgesi kimin üzerine düşerse yahut kimin başına konar veya kimin üzerini kirletirse o kişi ya hükümdar ya da çok zengin olur.
Kaknus kuğu kuşu demektir. Rivayete göre kaknus türlü renklerle bezeli, türlü nakışlarla müzeyyen bir kuş olup, gagasında üç yüz altmış delik varmış ve yüksek dağların zirvesinde dağlara karşı oturduğu esnada bu deliklerden türlü sesler çıkarmış. Bu sesleri işiten diğer kuşlar çalgı çalan kuş etrafına toplanırmış. Kaknus güzel nağmeleriyle tuzağına düşürdüğü bu kuşlardan birkaç tanesini avlarmış. Bin sene kadar yaşaya bu efsanevi kuş, bu müddetin hitamında birçok çalı çırpı toplayıp üzerine oturur, hayata vedasından ve teessürden dolayı hazin hazin ötmeye başlarmış.
KÜLLERİNDEN YENİDEN DOĞAN KUŞ
Nergis kendisine âşık olup sudaki aksine kavuşmak üzere kendisini dereye attığı gibi Kaknus da kendi nağmelerinin tesiriyle vecde gelerek kanatlarını şiddetle çarpar, kanatlarının çarpışmasından meydana gelen kıvılcımlar hem çalı çırpıyı hem de kuşu yakıp kül edermiş. Fakat bu külden bir yumurta hasıl olur, yumurtadan bir Kaknus yavrusu çıkarmış. Bu nedenle yakıcı, yakan anlamında Farsçada 'ateş-zen' diye de anılır.
Eski musiki bilginleri, bu kuşun çıkardığı seslerden esinlenerek musiki ilmini icat ettiklerinden bu kuş, 'musikar' adıyla da anılırdı. Farsça olan musikar, birkaç neyin bir araya getirilmesiyle oluşan eski nefesli sazlardan biridir. Ve 'musiki' adı bu kelimeden doğdu.
BÖYLE BİR ŞEY BAŞKA KİME NASİP OLMUŞ Kİ?
Ferîdüddîn Attâr'ın 'Mantıku't-tayr' adlı eserinde bu hikâye şöyle yer almaktadır: Kaknus, Hindistan'da yaşayan güzel fakat acayip bir kuştur. Üzerinde ney gibi yüzlerce delik bulunan uzun, kuvvetli bir gagası vardır Kaknus'un. Sonra bu kuşun ne eşi, ne kardeşi vardır, tektir bu kuş. Kaknus bir kere ötmeye, gagasının deliklerinden türlü türlü nağmeler çıkarmaya başladı mı bütün hayvanların aklı başından gider, onu dinlemeye koşarmış. Hepsi susar, onun ormanı dolduran nağmelerinde kaybolurlarmış. Ömrü bin yıla yakınmış Kaknus'un, öleceği zamanı da iyi bilirmiş. Ölüm vakti gelip çattığında Kaknus çalı çırpı toplar, onları çepeçevre yığar, sonra da ortasına oturup en acıklı nağmelerle feryada başlarmış. Kaknus bir yandan böyle feryat eder, bir yandan da kurumuş yapraklar gibi titrermiş.