İstanbul’un anlam kattığı deyimler ve muhteşem öyküleri
Her dil kendi kültürüyle gelişir. Hafızanın, hatıraların, duygu, düşünce ve tüm değerlerin yegâne temsilcisi ve ortak hazinesidir. Köklü geçmişimiz ile birlikte zenginleşen Türkçe, birçok deyimi bünyesinde barındırıyor. Peki, o deyimlerin gerçek anlamlarını ve ortaya çıkış hikâyelerini hiç düşündünüz mü? Dilimizden düşmeyen birçok deyimin, taşı toprağı altın İstanbul'un eşsiz tarihiyle bütünleşen hikâyelerini sizlerle buluşturuyoruz.
Giriş Tarihi: 17.09.2019
18:05
Güncelleme Tarihi: 18.09.2019
08:31
Bir işe yaramayan, boş gezen, serseri kimseler için kullanılan bir deyimdir. Deyim ayrıca birbirini tutmayan, akla yatmayan saçma sözleri karşılamak için de kullanılır.
Eskiden Anadolu'nun muhtelif yerlerinden İstanbul'a çalışıp para kazanmak için adamlar gelirdi. Bunların bir hüneri yahut küçük de olsa iş yapacak parası olmayanları, hamallık yaparak çalışmaya başlarlardı. Ancak hamal olmak için de kişinin ipi yahut ip alacak parası olması gerekirdi.
Hâlbuki bazı taşralıların ipi ya da ip alacak parası dahi olmazdı. Bundan dolayı çoğu defa "ipsiz" diye hakir görülürlerdi.
Vaktiyle Muharrem ayında ilahiler okuyarak kapı dolaşıp dilenen tarikat mensubu dilencilere goygoycu adı verilirdi. Bunlar, Muharrem ayından iki gün önce Üsküdar'daki tekkelerine giderek şeyhlerinin yanında toplanır ve buradan dörder beşer kişilik gruplar halinde semtlere dağılırlardı.
Muharrem'in birinci gününden onuncu gününün akşamına kadar sokaklarda ilahiler okuyarak dolaşan goygoycular, gülbank çekerler ve durdukları kapının önünde "Cenab-ı Hak evvel ab-ı kevserden sizlere de bizlere de kana kana içmeyi müyesser eylesin!" diye dua ederlerdi.
Ev sahibinin kendilerine verdiği zahireyi ise yine dualarla alır, Üsküdar'daki tekkeye getirirler; on günün sonunda toplanan erzak orada paylaşılırdı. Günümüzde bu deyim "gevezelik, boşboğazlık yapmak" anlamında kullanılmaktadır.
Eski İstanbul'da sefer, savaş, düğün, seyahat gibi önemli bir işe girişmeden önce mutlaka eşref, yani uğurlu bir vakit gözetilirdi. Saray halkından sokaktaki insana kadar herkes buna inanırdı.
Aslında bu inanış sadece İstanbul'a ve Osmanlı'ya has değil; Doğu'da ve Batı'da kadim kültürler tarafından uygulanmıştı. Kişi önemli bir işe girişmeden önce dönemin astronomu sayılan bir müneccime başvurur, müneccim de yıldızların hareketlerinden ve gezegenlerin gökyüzündeki durumlarından bir mana çıkararak eşref saat tayin ederdi.
Günlük dilde bu deyim sinirli bir mizaca sahip olan sağı solu belli olmayan bir kişiden bir şey isteneceği zaman "Şu an sırası değil, eşref saatini beklemek lazım" şeklinde kullanılır.
Gizli işler yapan, başka bir deyimle ifade edersek saman altından su yürüten kişiler hakkında kullanılan bir deyim.
Deyimin aslı eski İstanbul konaklarının vazgeçilmez bir unsuru olan "dolap" tan gelir. Konakta harem ile selamlık arasında bulunan ve her iki kesim arasında irtibatı sağlayan araca "dolap" denir. Ağaçtan yapılmış silindirik, alt ve üst taraflarından bir mil ile tutturularak çevrilen bu dolaplar vasıtasıyla, bir taraftan öbür tarafa başta yemek kapları olmak üzere eşya gönderilirdi.
Bu dolapları harem tarafında cariyeler, selamlık tarafında ise hizmetçiler kullanırdı. Birbirlerine alaka gösteren ve ev sahiplerinin bundan haberdar olmasını istemeyen konak görevlileri, bu dolap vasıtasıyla haberleşirler, birbirlerine hediye gönderirlerdi.
Konaklarda dolabın bu gibi işlerde de kullanılmasından dolayı, günlük dilde gizli işler yapmak anlamında "dolap çevirmek" deyimi kullanılır olmuştu.
İstanbul'da ulaşım için atlı tramvayların kullanıldığı yıllarda, iki at ile çekilen tramvaylara, dik Şişhane yokuşunu çıkabilmesi için fazladan atlar koşulurdu.
Azapkapı'da tramvaya eklenen takviye atlar, Taksim'de Dingo isimli bir Rum vatandaş tarafından işletilen ahırda dinlendirilir; sonra tekrar Azapkapı'ya götürülürlerdi.
Gün içinde sürekli atların girip çıktığı ahırın bu durumu dolayısıyla, girenin çıkanın belli olmadığı yahut her önüne gelenin girip çıkabildiği yerler için "Dingo'nun ahırı" deyimi kullanılmaya başlandı.