İstanbul'un anlam kattığı deyimler ve sıra dışı öyküleri
"Vermeyince Mabud, neylesin Mahmud" deyiminin hikayesini biliyor musunuz? Peki ya "püsküllü bela" deyiminin Osmanlı'da yaygınlaşan hangi obje için kullanıldığını? Veya "Üsküdar'da sabah oldu" sözünün müezzinlerle ilgisinin ne olduğunu? Dilimizden düşmeyen birçok deyimin, taşı toprağı altın İstanbul'un eşsiz tarihiyle bütünleşen öykülerini sizlerle buluşturuyoruz.
Giriş Tarihi: 19.06.2019
09:20
Güncelleme Tarihi: 19.06.2019
16:18
Onun bu tavrı için şu hikâye anlatılır: Pek çok insanın derdine derman olan Paşa, çaresiz kaldığı durumlarda karşısındakini dikkatle dinledikten sonra, "Anladım ama ne?" diye sorar.
Bunun üzerine hasta derdini tekrar anlatır ancak Paşa, önce sorduğu soruyu tekrar eder: "Anladım ama ne?" Bu hal birkaç defa tekrar ettikten sonra ne söyleyeceğini bilemeyen hasta, paşanın yanından ayrılmak zorunda kalır.
Kanuni Sultan Süleyman, maiyetiyle birlikte Halkalı civarında ava çıkar. Aniden başlayan şiddetli bir yağmur, padişah ve adamlarını karşılarına çıkan ilk eve sığınmak zorunda bırakır.
Ev sahibinin yaktığı ateşin karşısında elbiselerini kurutup ısınan padişah, yanındakilere dönerek "Şu ateş bin altın eder!" der. Yağmurun dinmemesi üzerine padişah ve maiyetindekiler geceyi de bu evde geçirirler.
Konuklarını tanıyamasa da önemli ve zengin şahıslar olduklarını anlayan ev sahibi, sabah ona borcunu soran sultana "Bin bir altın" cevabını verir. Bu cevabın şaşkınlıkla karşılanması üzerine ise ateşe bin altın değeri kendisinin biçtiğini, gecelik konaklamanın ise bir altın olduğunu söyler.
"Ateş pahası" deyimi, bu hadise üzerine doğmuştur ve ederinden fazla, çok pahalı şeyler için bugün de yaygın bir şekilde kullanılır.
Eskiden İstanbul'da bir işte gereğinden fazla telaş gösterenlerin acelesi, "Bulgurlu'ya gelin mi gidiyorsun?" sözleriyle karşılanırdı. Çamlıca'nın sayfiye, Bulgurlu'nun ise onun gözde köylerinden biri olduğu yıllarda, halk arasında yaygın olarak kullanılan bu deyimin kaynağını Reşad Ekrem Koçu, Üsküdarlı Hoca Vasıf 'tan nakleder.
"Bulgurlu Köyü, suyu ve havası gayetle lâtif bir köydür; ayrıca kadimden beri de pehlivan yatağıdır, yani erkek çocukları bu ananevi millî sporumuzla yoğrularak yetişir, serpilir, büyürler; su, hava, spor Bulgurlu'yu erkeklerinin, delikanlılarının güzelliği ile meşhur kılmıştı. Civar köylerin gelinlik çağındaki kızları, bu köye gelin gidebilmek için can atarlardı."
"Bulgurlu'nun köy düğünleri de pek meşhurdu, pehlivan güreşleri ve at yarışları ile dokuz gün sürerdi, gelinlik kız, bu dokuz günlük düğünün adeta bir sultanı olurdu. Güzel bir ananedir, Bulgurlu'da oğlan anaları gelinlerine öz kız evladı gözüyle bakardı.
Civar köylerden bir kıza Bulgurlu'dan görücü gelip kızı beğenerek nişan taktı mı, (kız) araya bir münafık girip nişan bozulur korkusu ile çeyizinin noksanlarının tamamlanması, bir an evvel nikâh kıyılıp Bulgurlu'ya gitmek için anasını, babasını gece gündüz sıkıştırırdı." Meşhur tabir işte bundan kalmıştır.