Kuzey Afrika’da unuttuğumuz Türkler: Kuloğulları
Osmanlı Devleti'nin 400 yıllık Kuzey Afrika hâkimiyetinden geriye kalan en büyük miras Kuloğulları denilen Türkler'dir. Kuloğulları her ne kadar bugün Türkçe konuşamasalar da Türk soylu olarak tanınırlar ve bölgedeki Türk varlığının en önemli temsilcileridir.
Giriş Tarihi: 19.01.2020
11:44
Güncelleme Tarihi: 19.01.2020
12:00
ANADOLU'DAN ASKER TOPLANIYOR
1510'lu yıllarda Akdeniz'de kendi başlarında dolaşan Türk denizcileri Güney ve Batı Anadolu'daki Türk gençlerini saflarına katıyorlardı. Kuzey Afrika'da hâkimiyet kurulduktan sonra batı ve güney Anadolu'dan denizci temini 20. yüzyıla kadar devam etti. Garb Ocakları'nın bölgeden denizci temin faaliyetleri aynı zamanda Osmanlı yönetiminin Kuzey Afrika eyaletlerini kontrolünün en önemli aracıydı. Trablusgarb, Tunus ve Cezayir eyaletlerinin başta İzmir olmak üzere Antalya ve İstanbul'da vekilleri vardı. Temsilciler dönemin hükümdarından ferman aldıktan sonra İzmir, Manisa, Aydın, Muğla ve Antalya kadılarına ve diğer idarecilerine yazdırdıkları hükümler doğrultusunda çevrede ilanlar yaptırarak gaza yapacak yiğitleri toplarlardı. Çağrı "Yorulmadan akçe kazanmak, terlemeden ölmek isteyenler bayrağımız altına gelsin" diye yapılırdı. Kendi iradeleriyle denizci olan yiğitler, gemilerle Afrika'daki eyaletlere götürülürlerdi.
Asker yazımı ihtiyaca göre bazen her yıl, bazen de birkaç yıl arayla bin-2 bin kişi olarak yapılmaktaydı. Yeni yoldaş olan ve üç yıllık eğitim dönemini bitiren gençler, eski yoldaş olurlardı. Garb Ocakları'nda kendileri için yapılan kışlalarda kalan Türkler, ellerindeki ateşli silah ve toplar sayesinde mahalli aşiretlere karşı üstünlük kurmuşlardı. Bu büyük kışlalar Cezayir, Tunus ve Trablusgarb'ı süsleyen önemli Osmanlı yapılarıydı. Garb Ocakları'ndaki Anadolulu yiğitlerin maaş defterlerinde ve kışla odalarının kapılarındaki isim kayıtlarında "Bayındırlı, Bergamalı, Akhisarlı, Kazdağlı, Üsküdarlı, Menteşeli, Sinoplu, İzmirli, Karslı, Denizlili, Rodoslu, Karamanlı, Tokatlı, Bursalı, İzmitli, Akşehirli, Manisalı" gibi geldikleri yerlerin isimleri yazılırdı. Yönetici konumuna gelenlerin bir kısmının isminin yanında da "İbrahim Rodoslu, Salih Bergamalı" gibi memleketleri zikredilirdi.
Başta Cezayir olmak üzere Kuzey Afrika eyaletleri "Mücahidler meskeni, gaziler diyarı" olarak zikredilirdi. Afrika'da faaliyet gösteren deniz gazileri eyalet merkezlerinin asayişlerini sağladıkları gibi dışarıdan saldırılara karşı da göğüslerini siper ederlerdi. Çoğunluğu ise Garb Ocakları'nın gemileriyle Akdeniz'e açılarak Avrupa gemilerinin güvenlik içinde dolaşmaları karşılığında haraç alırlar, vermeyi reddeden gemilere ise el koyarlardı. Bu yüzden terlemeden mal kazanma tabiri çıkmıştı. Denizciler sefer dönüşü eyalet merkezlerinde yerli ahali ve yoldaşları tarafından büyük sevinç gösterileriyle karşılanırlardı. Gaziler kendilerini karşılayan yerli ahaliye gaza mallarından verirlerdi. Akdeniz'deki çatışmalarda ele geçirilen Hristiyanlar'ın bir kısmı fidye karşılığı serbest bırakılır, bir kısmı esir olarak hizmet eder, bir kısmı ise gönüllü olarak Müslüman olarak Avrupa gemilerine karşı savaşırlardı.
Aynı dönemde Avrupalılar'ın eline geçen ve fidye ödeyemeyecek durumdaki Türk askerleri ise daha ağır muamelelerle maruz kaldıkları gibi zorla Hristiyanlığa sokulmuşlardır. Anadolulu Türk gençleri bölgelerinin gelenek ve görenekleriyle, hayat tarzlarını Kuzey Afrika'ya taşımışlardı. Anadolu'dan Kuzey Afrika'ya giden Türkler'in çoğu bölgenin hayat şartlarına ayak uydurdukları için bir daha Anadolu'ya dönmeyi düşünmemişlerdi. Güney Avrupa sahillerinden aldıkları kızlarla evlendikleri gibi bazen bölgedeki soylu Arap ve Berberi ailelerin kızlarıyla da evlenmişlerdi. Ayrıca Endülüs'ten bu eyalet merkezlerine göçmelerine yardım ettikleri Müslümanların kızlarıyla da izdivaç yapmışlardı. Nadiren de olsa bazı denizciler ise Anadolu'dan gelen kızlarla evlenmişlerdi.
Kuzey Afrika'da faaliyet gösteren denizcilerin Türk hanımlarından veya Avrupalı kızlarla yaptıkları evliliklerinden doğan çocukları babaları gibi Türk kabul edilirdi. Ancak Arap, Berberi veya Endülüslü Müslüman kadınlarla evliliklerinden doğan çocuklarına ise "Kuloğlu" denilirdi. Bu yeni melez nesil daha 16. asırda eyalet merkezleri ve çevrelerinde ayrıcalıklı birer sınıf oluşturup genelde sur dışında kendilerine tahsis edilen kasabalarda yaşadılar. Meselâ, Cezayir'de Tlemsan ve Konstantin, Tunus'ta Mehdiye, Libya'da Mısrata birer Kuloğlu şehriydi.