Arama

Mehmet Akif'i daha iyi tanımamızı sağlayacak anılar

İslam ve vatan aşığı Mehmet Akif Ersoy'un bütün hayatı mücadelelerle geçti. Aynı zamanda bir ıstırabın, hüznün ve faziletin yansıtıcısıydı. Osmanlı'nın sancılı dönemlerinde insanlara kucak açarak onları birliğe, beraberliğe çağırdı.O, bir daha benzeri yazılamayacak, İstiklal Marşı'nın dizelerine imzasını attı. En hassas olduğu nokta ise diniydi. Sizler için Mehmet Akif'i daha iyi tanımamızı sağlayacak anıları derledik.

Sesli dinlemek için tıklayınız.
  • 8
  • 17
“BİZİ SİMSAR MI ZANNETTİN!”
BİZİ SİMSAR MI ZANNETTİN!

📌Mehmet Akif ve arkadaşlarının çıkardığı Sebilürreşad, ilk günden itibaren İttihad-ı İslam düşüncesinin savunucusu aynı zamanda milli mücadelenin destekçisiydi. Yayın hayatına ara verdiği dönemler bulunsa da bu uzun yürüyüşüne devam etti. Bu dönemlerden birinde Talat Paşa, Mehmet Akif'i yanına çağırdı. Onun kendisine sunduğu teklif Akif'i oldukça sinirlendirdi. Eşref Edip bu olayı şöyle anlatır:

Sebîlürreşâd'ı kapadıkları sırada bir gün Talât Paşa kendisine: "Akif Bey" dedi. "Şu Merkez-i Umûmî'dekilerle (Nazım Bey'i, Ziya Gökalp'ı kast ediyordu) anlaşsan olmaz mı?"

Talât Paşa bunu söyler söylemez, rengi değişti, gözleri büyüdü, hemen yerinden fırladı, ellerini sadâret masasının üstüne koyarak: "Sen bizi bunun için mi çağırdın?" dedi. "Anlaşmak ne demektir? Bizim şahsî bir emelimiz, bir gayemiz mi var? Bizi simsar mı zannettin? Teessüf ederim."

Allaha ısmarladık bile demeden çekilip gitti. Talât Paşa da arkasından baka kaldı. Artık bir daha da görüşmedi.

Milli iradenin zor zamanlardaki gür sesi: Sebilürreşad

  • 9
  • 17
HAYATININ VAZGEÇİLMEZ DOSTLARI
HAYATININ VAZGEÇİLMEZ DOSTLARI

📌 Milli şairimiz Mehmet Akif için dostluk, hayatının vazgeçilmezlerinden biriydi. İnsanların sosyal statüsüne, yaşam tarzına göre değil, mizaçlarına göre dostluk kurardı. Öyle ki dostlarına yakın olabilmek için sık sık evini değiştirirdi. Onun bu yönünü uzun yıllar beraber yol arkadaşlığı yaptığı Eşref Edip şöyle anlatır:

Üstad'ın her şeyi tamamdı: Alâkası da alakasızlığı da düşmanlığı da. Sizi sever, dost ittihâz (kabul etme) ederse, artık tamamıyla kalbini size bağlamıştır. Sizin için her fedakârlığı ifaya hazırdır. Eleminiz onun elemi, ferahınız onun ferahıdır. Kendi kendinizle dertleşmenizle onunla dertleşmek arasında hiçbir fark yoktur. En büyük sıkıntınızı ona söyler, en büyük alâkayı, ondan görürsünüz. Onun dostluğuna mazhar olanlar onun bu hususta ne yüksek seciyeye sahip olduğunu bilirler.

Mehmet Akif'in hayatında vazgeçilmez olan dostları

  • 10
  • 17

Alakasızlığı da böyle idi. Sevmediği, ruhunun ısınmadığı adamlara hiçbir alâka göstermezdi. Onlar tarafından şahsı için dünyalar kadar fayda gelmesi melhuz (ihtimal dahilinde) olsa yine aldırmaz, onlarla görüşmek bile istemezdi.

Görüştüklerinden birinin faziletsiz bir yol tuttuğunu, insanlığa arkadaşlığa muhalif bir harekette bulunduğunu işitince hemen selâmı keser, bir daha onunla konuşmaz, onun bütün sevgisini, hâtırasını kalbinden koparıp atardı. Artık onun nazarında o adam bir taş parçasından başka bir şey değildi.

Bir gün böyle yolunu sapıtan bir arkadaşı Babıâli caddesinde kendisine rast geldi. Selâm verdi. Üstad hiç aldırmadı. Adamcağız fena halde bozuldu: "Akif Bey" dedi. "Selâmımı niçin almadın?" Ağzını büktü: "Artık görüşmemizde bir fayda yok!" dedi. Ve yürüdü gitti. Bir daha da o adamın ismini anmadı."

  • 11
  • 17
MÜSLÜMANLAR NEDEN GERİ KALDI?
MÜSLÜMANLAR NEDEN GERİ KALDI?

📌Mehmet Akif, devrin bazı hocalarına da eleştirilerde bulunur, Müslümanların tıp, fen gibi bazı konularda geride kalmasına göz yummalarına karşı çıkardı. Bir gün Fatin Gökmen ile bu mesele hakkında konuşurken münakaşa uzamış, görüşlerini İmam Gazzali'nin eserine dayanarak açıklamıştı. Fatin Gökmen Bey, bu hatırasını şöyle anlatır:

"Hocalara da şiddetli hücumlarda bulunurdu. Bir gün bizde konuşurken söz hocalara intikal etti. Keskin hücumlara başladı. Birçok yerde haklı idi. Müfrit (aşırı) noktalarını biraz tâdîl (düzeltmek) etmek istedim. Münakaşa uzadı. En son bana dedi ki: "Hoca, İhyau Ulûm'un var mı?" "Var" dedim.

Birinci cildini istedi. Kudretli bir müdafaa silâhına sarılacağını anlamakta gecikmedim. İlim bahsini açtı, lâzım gelen yerlerini okudu. Dedi ki: "Hayat-ı beşere âit (insanların yaşaması için lüzumlu) ilimleri, meselâ tıp ilmini öğrenmek farz-ı kifâye mi?"

"Evet" dedim. "Bunun istinâd ettiği (dayandığı) ilimler de farz-ı kifâye olur mu?"
"Evet"
"Cemiyet hayatına ait ilimler, fenler, meselâ en basiti lüks olmayan mensucat imâlini[dokumacılık] öğrenmek ve dokumak farz-ı kifâye mi?"
"Evet öyle olması lâzım. Gazâli öyle söylüyor."

Mehmet Akif'in Mısır'dan gönderdiği kartpostallar

  • 12
  • 17

'Ya müdafaa vesâiti (vatan savunması için lüzumlu bilgi, silâh vesaire)? Meselâ balistik ilmi ve bu ilmin istinâd ettiği yüksek riyazi, fizik, kimya, makine ilimleri farz-ı kifâye mi?"
"Evet."
"Senin mesleğin olan heyet ilmine (uzay ilmi, astronomi) istinâd ettiği ilimlerle beraber farz-ı kifâye demez misin?"
"Evet, derim."
"Ey, farz-ı kifâyenin hükmü ise ihtiyaç mevcut olduğu takdirde farziyyetin herkese şâmil olması değil mi?"
"Öyle."
"Peki, din ilimlerinin zarurî olan hacet miktarından ilerisi, yâni din âlimi olmak da farz-ı kifâye değil mi?"
"Evet öyle."
"Öyle ise, yüzlerce din âlimine karşı memleketin bir hekimi yok iken, din âlimi olmanın farz-ı kifâyeliği kalmadığı, fakat bir tabip yetiştirmenin farz-ı ayın olduğu zamanlarda niçin medrese farzın îfâsına koşmamıştır? Acaba ulemâ sınıfı bu gibi dînî emirlere kulak assalardı, başımıza bu haller gelir miydi? Müslümanlık bu zaafa uğrar mıydı? Bu vaziyet maskaralık değil de nedir? Gazâlî'nin haykırmasına niçin kulak verilmedi?"

"Doğru" dedim, sustum. Çünkü yerden göğe kadar haklı idi."

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN