Osmanlı alimi Hızır Bey’in İstanbul kadılığına uzanan öyküsü
İstanbul'un fethinden sonra yeni başkentin ilk kadısı olarak tayin edilen Hızır Bey'den kaynaklarda "İkinci İbn-i Sina, ilim dağarcığı ve ilmin alemi" şeklinde bahsedildiğini biliyor muydunuz?
Giriş Tarihi: 09.06.2019
13:32
Güncelleme Tarihi: 09.06.2019
14:11
Hızır Bey İstanbul'un fethinden sonra yeni başkentin ilk kadısı olarak tayin edildi. Arap ülkelerine gitmeden Arapçayı öğrenen Osmanlı âlimlerinden ve aynı zamanda Fahreddin er-Râzî'nin kelâm ekolünü devam ettirenlerden biri oldu. Kaynaklarda ondan "İkinci İbn Sînâ", "ilim dağarcığı" ve "ilmin âlemi" (başlı başına bir ilim dünyası) şeklinde bahsedilir.
Hızır Bey, Eskişehir'e bağlı Sivrihisar kazasında doğdu. Küçük yaşta babasından ilim tahsil etti. Daha sonra Molla Yegân'a talebe olup, aklî ve naklî ilimleri tamamladı ve kızıyla evlenip damadı oldu. İbn-i Cezerî'den kırâat ilmini öğrendi. Öğrenim hayatını tamamladıktan sonra Sivrihisar'daki bir medresede müderris olarak göreve başladı. Taşköprizâde onun 837'de (1433) burada kadı olarak bulunduğunu belirtir.
Hızır Bey asıl şöhretini II. Mehmed'le tanıştıktan sonra kazandı. Edirne'de II. Mehmed'in huzurunda yapılan ilmî toplantılardan birinde Mısır veya Suriye'den gelen bir Arap âlimiyle giriştiği tartışmada üstünlük sağlayınca padişahın dikkatini çekmiş, bir Osmanlı âliminin bu başarısı karşısında memnun olan padişah sırtından kürkünü çıkarıp kendisine giydirmiş ve onu Bursa'daki Çelebi Mehmed (Sultâniye) Medresesi'ne 50 akçe ile müderris tayin etmiştir. Bu hadisenin II. Mehmed'in saltanatının ilk yıllarında vuku bulduğu kaydedilir.
Hadise ise şöyle cereyan eder:
"Fâtih Sultan Muhammed Hân'ın padişahlığının ilk senelerinde, Arabistan'dan bir zât gelip, çeşitli ilim ve fenlerden sualler sordu. Zamanının âlimleri tatmin edici cevaplar veremediklerinden, Fatih'in canı sıkıldı. Bütün beyleri, paşaları ve vezirleri topladı ve: "Ülkemde bu adama cevap verecek bir ilim adamımız yok mudur? Çabuk olun, araştırın ve bana derhâl müsbet bir cevap getirin!" dedi. Vatan topraklarını iyi bilen vezirler, düşündüler ve Sivrihisar Medresesi'nde görev yapan Hızır Bey hatırlarına geldi ve Fatih'e; "Sultanım! Ülkemizde Hızır Bey adında değerli bir âlimimiz var, emir buyurursanız, haberci gönderip onu buraya çağıralım" dediler. Sultan hemen; "Durmayın, kim varsa derhâl davet edin, gelsin" dedi. Bunun üzerine, Hızır Bey'i çağırmak üzere Sivrihisar'a üç kişilik bir hey'et gönderdiler. Hızır Bey, bu hey'etle İstanbul'a geldi.
Hızır Bey, o zaman daha otuz yaşlarında ve asker kıyafetinde bulunduğundan, yaş ve kıyafeti, meşhur âlimlere meydan okuyan zatın alay edercesine gülmesine sebep oldu. Ancak, onun sorduğu bütün sorulara cevap verdi. Bundan sonra Hızır Bey suale başladı. O kimse cevap veremeyip, mağlup oldu ve şu itirafı yaptı: "Hızır Bey, İslâm âleminde benzeri pek az bulunan ilim adamlarınızdan biridir. Kendisinde öylesine bir hafıza ve zekâ var ki, karşısında durmak mümkün değildir."
Bu durum Fâtih Sultan Mehmed Han'ı fevkalâde memnun ettiğinden, ona; "Yüzümüzü ak eyledin, Cenab-ı Hak da iki cihanda senin yüzünü ak eyleyip, ilmini ve fadlını arttırsın" dedi. Fatih'in, Hızır Bey hakkındaki muhabbet ve teveccühü günden güne arttı. Bursa'da bazı medreselerin müderrisliği kendisine verildi ve maaş bağlandı. Daha sonra Anadolu ve Rumeli'de bazı kadılıklarda bulundu.