Osmanlı orduları sefere nasıl çıkarlardı?
Osmanlı İmparatorluğu tarihi anlatılırken devamlı olarak yapılan savaşlardan bahsedilir. Ancak Osmanlı ordularının seferlere nasıl çıktıkları üzerinse fazla durulmaz. On binlerce kişilik ordular yüzlerce kilometrelik mesafelere nasıl gittiler? Osmanlı seferlerinin lojistiği nasıl gerçekleşirdi? Bütün Osmanlı ülkesi herhangi bir savaş sırasında anında harekete geçecek alt yapı ile donatılmıştı. Çünkü savaş kararı verildikten sonra alınacak günübirlik kararlarla on binlerce kişiyi harbe götürmek mümkün değildi.
Giriş Tarihi: 13.09.2019
17:34
Güncelleme Tarihi: 13.09.2019
17:40
ORDUNUN İÇERİNDEKİ ZANAATKÂRLAR
Osmanlı ordusu içerinde başta İstanbul olmak üzere çeşitli şehirlerden getirtirken sanatkâr ve esnaflar da bulunurdu. Bunlara "orducu esnafı" veya orducu denilirdi. Bunlar içerisinde her çeşit esnaf bulunurdu: Ekmekçi, arpacı, aşçı, bakkal, terzi, tellal, sarrac, ayakkabıcı, nalbant, berber, bozacı, kuyumcu, eskici, yaycı, kılıççı, eskici, semerci, manifaturacı, attar, ipekçi.
Avusturyalı Mareşal Monteccuocolli'den Napolyon'a kadar bütün komutanlar askeri faaliyetler için gerekli olan şeyleri üç kelimede özetler: Para, para, yine para. Bir askeri harekâtın finansmanı çok pahalı bir işti. Sefere çıkan orduya merkezden masraflar için bir miktar para verilirdi. Ancak ordunun asıl giderleri sefer güzergâhındaki yerlerin vergilerinin toplanmasında meydana gelirdi. Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu'nda savaşın devlet hazinesine maliyetini azaltmak için 'Avarız-ı Divaniyye' adı verilen olağanüstü bir vergi alınırdı. Ayrıca acil para gereken durumlarda devlet ileri gelenlerinden ve tüccarlardan borç alınırdı. Ordunun harcamalarının büyük bölümünü askerlere ödenen maaşlar oluşturuyorlardı. Avrupalı araştırmacılar ordunun finansmanının sağlanmasında Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupalılara göre daha üstün bir konumda olduğunu belirtirler
SEFERLERİN BAŞLANGIÇ NOKTASI: EYÜP SULTAN
İstanbul alındıktan sonra Osmanlı orduları sefere çıkmadan önce padişahlar, ilk olarak Eyüp Sultan'ı, ardından da atalarının türbelerini ziyaret ederlerdi. Osmanlı padişahları gittikleri türbelerde fakirlere büyük miktarda sadaka dağıtırlardı. Sefere padişah gitmiyorsa o zaman ordu komutanlığına atanan serdar Eyüp Sultan Türbesi'ne giderlerdi. Ardından büyük bir merasimle padişah ve devlet ileri gelenleri İstanbul'dan yola çıkarlardı. Padişahı yakın maiyetini teşkil eden peykler, solaklar, müteferrikalar bu merasimler esnasında göz alıcı kıyafetler giyerlerdi. İstanbullular da bu töreni seyre çıkarlardı. Osmanlı ordusunun sefere çıkışı çok haşmetli olurdu. Rengârenk kıyafetler içerisinde, bayrakları ve silahları ile çeşitli kıtaların geçişi töreni seyreden herkesi hayran bırakırdı.
Seferin yönüne göre, Anadolu tarafında Üsküdar veya Gebze'de, Rumeli tarafında ise Davut Paşa civarında padişahın otağı kurularak birliklerin toparlanması sağlanırdı.
SEFERE NE ZAMAN ÇIKIYORLARDI?
XVI. yüzyılda bir ordunun dinlenme ve lojistik ihtiyaçlarını giderme süreleri çıkarıldıktan sonra bir günde alabileceği 15 kilometre idi. Yılın her mevsiminde sefere çıkılamıyordu. Askeri bir harekât bahar aylarında başlayıp sonbaharın başlarında bitmeliydi. Bu da yaklaşık altı aylık beri süreydi. Düşman topraklarına giden ordunun emniyet altında olması, iaşe ve ikmalini sıkıntıya düşmeden gerçekleştirmesi için de sefer mevsimi içerisinde merkezine geri dönmesi gerekliydi. Eğer ordu sefer mevsimi bittikten sonra hala düşman topraklarında kalmışsa, yağışların başlaması ile birlikten perişan olurdu.
OSMANLI ORDUSUNUN DİSİPLİNLİ İLERLEYİŞİ
Osmanlı ordusu büyük bir disiplin ve sessizlik içerisinde hareket ederdi. Sefer boyunca savaş düzeni bozulmadan yürürdü. Akşam olduğunda çadırlar kurulur, gerekli ihtiyaçlar karşılandıktan sonra yatılırdı. Konaklama yeri seçiminde sulak ve otlak yerler tercih edilirdi. Bir su kenarı bulunamamışsa, kuyular açılarak su ihtiyacı giderilirdi. Ordu konaklamasında arazinin durumuna göre tertibat alınırdı. Ordu için kurulan on binlerce çadır büyük bir şehir görüntüsü arz ederdi. Çadırlar belli bir düzen içerisinde kurulurdu. Hangi çadırın hangisinin yanında yer alacağı belli kurallara bağlanmıştı. Kurulan çadırlarda askerler yağmurdan ve soğuktan korunurdu. On binlerce kişinin tuvalet ihtiyacının karşılanması da önemli konulardandı. Bu konuda meydana gelecek bir aksama ordu içerisinde çeşitli hastalıkların çıkmasına sebep olabilirdi. Bir diğer ihtiyaç da yol boyunca yıkanma meselesi idi. Bu iki ihtiyaç için hamam ve hela çadırları vardı. Ayrıca ibadet ihtiyaçları için mescit çadırları, hasta ve yaralılar için hastane çadırı, yiyecekler için mutfak çadırları ve devlet arşivleri için defterhane çadırları kurulurdu. Mescit çadırlarında hem namaz kılınır hem de dini görevliler tarafından vaaz verilirdi. Bu vaazlarda gazanın kazandıracağı sevaplar ile şehitlik anlatılarak askere şevk verilirdi. Padişah ve devlet ileri gelenlerinin çadırları ise birer saray gibi büyük ve muhteşem olurdu.
Gece uyuduktan sonra sabah gün ağarmadan yürüyüş için hazırlıklar yapılırdı. Meşalelerin ışığı altında yapılan hazırlıklardan sonra güneşin doğmasıyla birlikte yürüyüş tekrar başlardı.