Osmanlı'da toprağın altındaki asırlık bereket
Geçmişte olduğu gibi günümüz ve gelecekte de maden kullanımına devam eden birçok alan varlığını sürdürecek. Başta ekonomi olmak üzere sosyal, kültürel, askeri, siyasi açıdan madenler toplumun vazgeçilmez kaynağı olmuştur. Toplumların tarih sahnesinde varlığı kadar eski olan maden, Anadolu topraklarında ve Osmanlı Devleti'nde de önemli bir güç ve servet kaynağıydı. Hatta madencilik babadan oğula geçen bir mirastı.
Giriş Tarihi: 27.11.2018
17:14
Güncelleme Tarihi: 04.12.2020
10:45
MARCO POLO VE İBN-İ BATUTA DA BAHSETTİ
Doğu Anadolu ve Bizans madenleri hakkındaki bilgileri ise Müslüman coğrafyacı ve seyyahlardan öğreniyoruz. Istahrî, Taron çevresindeki altın, gümüş bakır ve demir; Mukaddesî ise Doğu Anadolu'daki bakır madenlerinden söz eder.
Daha sonrasında Anadolu'ya Selçukluların gelip yerleşmesiyle bu topraklardaki madenleri anlatan Müslüman seyyahların da sayısı artar. Sonradan Müslüman olan Yakut isimli Anadolulu köle, Doğu Anadolu'da bakır; Abul Feda ise Amasya'da gümüş madenlerinden söz eder.
Marko Polo 13'üncü yüzyılda Çin'e giderken geçtiği Anadolu'da Bayburt ve Gümüşhane'de zengin gümüş madenleri görür. İbn-i Batuta, Anadolu'daki seyahatlerinde Gümüşhane madenlerini ziyaret etmiş ve burada Suriye ve Irak2tan gümüş almak için birçok tüccara rastlamıştır.
Osmanlı'nın Şer'î hukuka göre, madenler sahipsiz arazide ise bulanın; hazine arazisinde bulunmuşsa devletin; vakıf arazisinde bulunmuşsa vakfın; mülk arazide bulunmuşsa arazi sahibinindir.
Mülk veya sahipsiz arazide maden bulanlar, altın, gümüş, bakır, demir gibi madenlerden beytülmale 1/5 vergi öderler. Petrol ve zift ile çekilme ve dövülmeyi kabul etmeyen elmas, kireç, tuz gibi madenlerde devlet maslahata göre vergi alabilir. Maden ve memleha (tuzla) gelirleri, Osmanlı hazinesinin mühim bir kaynağıydı.
MÂLİKÎ HUKUKÇULARIN YÖNTEMİ UYGULANDI
Madenler sahibine fevkalâde bir güç teminine müsait olduğundan; bu da dirlik ve düzeni tehdit edebileceğinden, Mâlikî hukukçuları, hükümdara maslahata göre maden vergisinin nispetini arttırmak, hatta tamamına el koymak ve uygun gördüğü şekilde harcamak hususunda geniş salâhiyet tanımıştı. 1869 tarihli Osmanlı Maden Nizamnamesi, hususi topraklarda bile sahibinin rızası olmaksızın maden arayıp çıkarmaya izin vermekle Mâlikî görüşüne meyletmiştir.
MADEN İŞÇİLİĞİ BABADAN OĞULA GEÇERDİ
Osmanlılarda devlet, kendine ait madenleri nadiren bizzat, ekseriya iltizama çıkararak, yani şahıslara ihale ederek işletirdi. Maden havzasındaki köyler, vergi muafiyeti karşılığında ücretle bu madenlerde çalıştırılır; hatta maden işçiliği babadan oğula geçerdi. Mesela Balya halkı, gümüşlü kurşun madeninde çalışırdı. İşçi yetmeyince, Gönen'in bazı köyleri de Balya'ya bağlanmıştı. Fermanlarda, işçilerin haklarının korunmasına dair hükümler vardı. İşçiler 25 akçe yevmiye alırdı. Bugünün parası ile 60 liradır; ama o zaman paranın alım gücü daha yüksekti.
1869 kanunu, maden ocaklarının teftişi, işçilerin çalışma şartları, sağlık ve tazminat hususunda hükümler getirmişti. Her şehirde bunun için bir maden mühendisi; her ocakta da doktor ve ilaç bulundurma mecburiyeti vardı. En enteresan mevzuat, Ereğli kömür madenine dair 1867 tarihli Dilâver Paşa Nizamnamesi'dir.
Modern bir telakkiyi aksettiren nizamnameye göre: Mesai, 24 saat dinlenmeden sonra 10 saattir. 2 saat içeride, 2 saat dışarıda çalışacaktır. İşçiler başka yerde izinsiz çalıştırılmayacaktır. Asgari ücret, yevmiye 10 kuruştur (bir altının onda biri). Üretim yapılmasa bile, bu ücretler hemen ödenecektir.
Ocaklarda her dindeki işçiye ibadet izni ve imkânı verilecektir. Dinî günler tatildir. İşçilerin vardiya sırasında kalması ve istirahatı için koğuşlar yapılacaktır. İşçinin gıda ve diğer ihtiyaçlarını maden sahibi karşılayacaktır. Nizamname, Ereğli'nin 14 köyünden 13-50 yaş arası sağlam erkeklere, yılda 6 ay ücretle madende çalışma mükellefiyeti getirmiştir. Bunlar kazmacı, küfeci ve nakliyeci olmak üzere üç sınıfta çalışacaktır.