Arama

  • Anasayfa
  • Galeri
  • Tarih
  • Osmanlı'da yaşayan İngiliz Dorina Neave anılarında 1890 kara kışı

Osmanlı'da yaşayan İngiliz Dorina Neave anılarında 1890 kara kışı

Tarih boyunca İstanbul'da pek çok sert kış yaşandı ve bunların bazıları şehrin hafızasında yer edindi. Öyle dönemler oldu ki insanlar temel ihtiyaçlarını dahi karşılamayaz hale geldi. 19. yüzyıl da bu zaman dilimlerinden biriydi. Öyle ki evlerde un bitince yiyecek ekmek bulamayanlar oldu. Böyle bir kara kışa, Sultan Abdülhamid döneminde payitahtta yaşayan İngiliz Dorina Neave de şahit oldu. İstanbul sularında yaşanan ilginç bir hadiseyi ve ardından meydana gelen trajik kazayı anılarında anlattı. Boğaz sularından gelen garip tıkırtı neydi? Masum eğlencesi nasıl bir faciaya sebep oldu? Gelin, İngiliz Dorina Neave'in anılarıyla tarihte yolculuk yapalım.

"1890 Şubat'ında bir öğle, garip bir tıkırtı dikkatimizi çekti. Balkona çıkınca denizin binlerce büyük balık kafasıyla kaplı olduğunu hayretle gördük. Kocaman balıklardı; kafalarını sudan çıkarmış, hava almak için ağızlarını açıp kapadıkça o garip tıkırtılı sesi çıkartıyorlardı.

Balıkların nefes almaktan başka bir hareket yapamadıklarını, adeta felç olduklarını gördük. Torik denilen çok lezzetli ve zor bulunan bu balıkları kolaylıkla yakaladık. Rum hizmetçiler, bahçıvanlar ağlar ağırlıktan yırtılana kadar bize yardım ettiler.

Sonra süpürge saplarına tencereler bağlayıp, balıkları denize indiren merdiven basamaklarına kadar çekmeye, oradan elle toplamaya başladık.

Üstelik uskumru, barbun birçok balıkların donmuş açık ağızlı kafaları çoğaldıkça, bu olağanüstü hadise de tuhaf bir hal aldı. Bahçe gittikçe çoğalan kaygan ve parlak bir kitle haline gelmişti.

Bütün gece bu garip balık akını sürdü ve sabaha karşı balıklar normal güçlerini kazanmaya başlayınca hepsi gözden kayboldu. Bu garip olayın tek akla yakın izahı, soğuk suyun solungaçları üzerinde dondurucu etkisinden kaçmak için balıkların hava alabilmek için ağızlarını sudan dışarı çıkarmalarıydı.

Çok sert bir kar fırtınasına da şahit olduk. Daha önce Şubat ayında hiç görülmemiş bu olay, bir iklim garabetiydi. Öylesine şiddetle ve uzun günlerce devam etti ki, beş gün durmaksızın kar yağdı ve Kafkas Dağları'ndan gelip Boğaz'a inen sert rüzgârlar, derin kar yığınlarını dondurup, dış dünya ile olan bütün bağlantılarımızı kesip bizi günlerce mahpus tuttu.

Esnaf karlı yolları açar açmaz, yeni fırtınalar yolları yine karların altına gömdü. Sonunda yiyecek ve kömür taşımak için İstanbul pazarından getirilen küçük kızakları kullanmak gerekti.

Bu kızakları donmuş tepelerde ne kadar iyi kullandığımızı keşfedince işin eğlence tarafını keşfetmiş olduk. Tepelerden sahile kadar uzanan ana yolda harikulade bir kayak pisti düzenledik…

Hâlbuki yol yayalar için büyük bir tehlike teşkil ediyordu. Sert kar yağışı tekrarlayınca, vakit kaybetmeden ana yol üzerindeki kayma pistimizi hazırlayıp gece yatmadan son iş olarak sıcak sular dökerek pistin cam gibi kaygan olmasını hazırladık.

Ertesi gün Rum Epiphany alayının bu yoldan geçeceğini unutmamız her şeyi mahvetmişti! Bu tören yılbaşı günü şafakta başlardı.

Kilisede uzun bir ayinden sonra tepeden aşağıya, deniz kıyısına kadar devam eden bir alay kafilesini teşkil ederlerdi. Ayin kafilesine refakat eden Türk askerlerinin başkanlığında pırı pırıl yanan fener ve meşaleleriyle alay ilerlerdi.

  • 10
  • 10

Bu alayın yamaçtan ineceğini hatırlayınca acele ettik ama çok geç kalmıştık. Hizmetçilerimiz bize, alay spor sahamıza gelince askerlerin dengelerini kaybedip düştüklerini anlattı.

Askerler düşerken arkalarından gelenleri bağırarak uyardıkları halde her yana dağılan tüfeklerine takılan kalabalık da onları takip etmiş ve çığlıklar arasında papazlar, yardımcıları, bayrakları ve meşaleleri taşıyanlar, köylüler ve askerler hep birden çarpılıp yamaçtan kayarak aşağılara doğru yuvarlanmışlardı.

Çok geç kalmıştık. Kaza yüzünden duyduğumuz pişmanlık, yolda kaymamızın yasaklandığı çok sert bir ifade ile bildiren zaptiyelerin gelişiyle yeise dönüştü."

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN