Osmanlı'nın ilk müderrisi Davud-i Kayseri
Büyük ilim tarihimize adını altın harflerle yazdırmaya hak kazanmış ulema öncüsü Davud-i Kayseri, "dünya bilinmeden ahiret anlaşılmaz" esasına bağlıydı ve gösterişten uzak bir tutumla ömür sürdürdü. Osmanlı'nın ilk müderrisi ve ilk düşünürlerinden bir tanesiydi. Vahdet-i vücud nazariyesini felsefî mahiyette yorumlayan ve savunan ilk sufi müellifti. Bütün tabiat olaylarını enerji ve enerji değişimiyle açıklayan fizik ve felsefe doktrini enerjetizmi, Batı'da bu görüşün kurucusu olan Wilhelm Ostwald'dan altı yüzyıl önce Davud-i Kayseri temellendirmişti. İşte, bilimden tasavvufa eğitimden felsefeye birçok alanda kendini göstermiş büyük alim…
Giriş Tarihi: 16.04.2019
16:31
Güncelleme Tarihi: 16.04.2019
17:18
ZAMAN FELSEFESİNİ TEMELLENDİRMEYE ÇALIŞTI
Dâvûd-i Kayserî, Nihâyetü'l-beyân fî dirâyeti'z-zamân adlı eserinde zamanın mahiyetini araştırarak bir zaman felsefesi temellendirmeye çalışmıştır. Zaman konusunda kendisinden önce ortaya konan Aristo ve Ebü'l-Berekât el-Bağdâdî'nin görüşlerini özetledikten sonra bunların tenkidini yapmış ve kendi görüşünü ortaya koymuştur. Ona göre fizikî zaman aynı zamanda matematiksel bir zamandır. Bu da varlıklar arasındaki ilişkinin süresinin ölçümüdür. O halde fizikî zaman empirik (ampirik) bir zamandır.
ONA GÖRE İLAHİ AŞK NEYDİ?
Dâvûd-i Kayserî, İbnü'l-Fârız'ın ilâhî aşkı anlattığı el-Kasîdetü'l-mîmiyye'sine yazdığı şerhte ve bu şerhin girişinde Allah aşkı ve bu aşkın insana verdiği sarhoşluk hakkındaki görüşlerini açıklamıştır. Ona göre ilâhî aşk, insanın Allah'ın cemâl ve celâli karşısında duyduğu heyecan ve derin sevgidir. İnsan elest bezminde, "Ben sizin rabbiniz değil miyim" sorusuna "evet" demiş ve bu arada Allah'ı müşahede etmekle sarhoş olmuştur. İnsan dünyaya gelince bu sarhoşluğunu dili, kalbi ve ruhuyla Allah'ı zikrederek yeniden hatırlamak suretiyle bu dünyada da ilâhî sarhoşluğa düşebilir. Bu sarhoşluğun şarabı Allah'ı sürekli şekilde anmaktır.
TEVHİD KONUSUNU İKİ KISIMDA İNCELEDİ
Dâvûd-i Kayserî, tevhid konusunu avamın ve havassın tevhidi şeklinde ikiye ayırarak inceler. Kelime-i tevhidi dil ile söyleyip kalp ile tasdik etmekten ibaret olan avamın tevhidi tevhidlerin en alt mertebesidir. Bu tevhide mantıkî kıyaslama ve istidlâl, peygamberleri taklit veya bu iki yolun birleştirilmesiyle ulaşılır. Ona göre halkın tevhidine birinci yolla elde edilirse istidlâlî tevhid, ikinci yolla elde edilirse naklî tevhid, üçüncü yolla elde edilirse istidlâlî-naklî tevhid adı verilir. İnsan ayrıca bunların ötesinde üstün bir aklî çaba ile tevhide ulaşırsa buna da istidlâlî-aklî tevhid denilir.
Havassın tevhidi avamın tevhidinin üstündedir; bu, şuurla yaşanan mutasavvıfların ulaştıkları tevhid olup fiillerin, sıfatların ve zâtın tevhidi olmak üzere üçe ayrılır. Üç çeşit tevhide "beraberce yaşanan tevhid" (et-tevhîdü'ş-şühûdiyye) adını veren Dâvûd-i Kayserî'ye göre tevhidin dinî, mantıkî ve aklî veya ontolojik üç temeli vardır. Dinî tevhid insanın, peygamberlerin ve dinlerin öğretilerini takip ederek Allah'ın birliğini kabul etmesidir. Mantıkî ve aklî tevhid, insanın kendi düşüncelerinin kendisini Allah'ın varlık ve birliğine götürmesidir. Ontolojik tevhid ise insanın bir şuur varlığı olarak Allah'tan başka hiçbir varlığın olmadığına inanması ve bunu bilmesidir.
KENDİSİNDEN SONRAKİ SUFİLERİ ETKİLEDİ
Dâvûd-i Kayserî, daha çok Fuṣûṣü'l-ḥikem şerhiyle kendisinden sonraki müellif sûfîleri etkilemiştir. Bu şerh daha kendi döneminde Anadolu'nun dışında tanınmış, Altın Orda Devleti'nin merkezi Saray'a ulaşmış ve burada Emîr-i Kebîr Hemedânî (ö. 786/1385) Fuṣûṣü'l-ḥikem'e yazdığı şerhte Dâvûd-i Kayserî'nin eserini esas almıştır. Anadolu sahasında ise ilk olarak Şeyh Bedreddin onun şerhine bir ta'lîkāt kaleme almış, ancak bu eser günümüze ulaşmamıştır.