Osmanlı'ya tanıklık etmiş çeşmeler
Temizlik ve içme suyu ihtiyacını karşılamak amacıyla yapılan çeşme ve sebillerin İstanbul'un mimarî dokusunda bıraktığı derin izler, hem Osmanlı pâyitahtı olmasından hem de başından itibaren dinsel-sosyal işlevle iç içe geçmiş olmasından kaynaklanan farklı özellikler içerir. Osmanlılar, bir yandan kamu yapıları için pratik olgulara ve gündelik gereksinimlere değer verirken, diğer yandan bu yapılanların estetik çevre düzenlemeleri içinde olmasına ve çeşitli şekillerde zenginleştirilmelerine de önem veriyorlardı. Peki, Osmanlı'nın tarihe tanıklık etmiş çeşmeleri nelerdi?
Giriş Tarihi: 04.07.2019
15:32
Güncelleme Tarihi: 05.07.2021
11:10
Osmanlı dönemi İstanbul'unda su dağıtımının da benzer öncelikler altında şekillendi. Osmanlı toplum hayatının odak noktaları olan camii ve özellikle ana işlevlerinden biri "temizlik" olduğu düşünülen külliyelere su temin edilmesi önemliydi. Oldukça anlamlı olarak, "şadırvan" adı verilen ve yalnızca camii ve külliyelerin bir parçası olan su yapıları da gelişti. Şadırvanlar, çeşme ve sebillerden ayrı olarak düşünülmesi gerekir. Camide ya da medreselerin dershane-mescidinde, hem abdest almak gibi önemli bir dinsel işlevin yerine getirilmesinde hem de etrafı monoton revaklarla çevrili camii iç avlularındaki boşluğun estetik olarak değerlendirilmesinde önemli işlev gördü.
Suriçi İstanbul'unun su mimarisi için belirleyici nitelikte olan bir diğer unsur da; Anadolu ve Balkanlar'dan getirilen insanlarla nüfusu artırma çabası içine girilmiş olmasıydı. Öyle ki; birçoğu günümüzde yaşayan mahalle isimlerinin de gösterdiği gibi, yeni gelenler, genelde diğerlerinden farklı, etnik ve kültürel olarak bütüncül bir çevreye, "mahalle" ye yerleştiriliyorlardı.
Mahalle olarak adlandırılan bu küçük ve genelde homojen birim, her dönemde hepsi zorunlu olarak aynı anda bulunmaları gerekmeyen ve üstelik etnik ve dinsel yapıya göre değişiklikler gösteren bazı kamusal ve ortak mimarî öğelere sahipti. Örneğin Müslümanlar açısından; ibadethane, mektep, türbe, hamam ve bazen ortak kullanıma ait bir yapı ile bütünleşik, bazen meydanda ayrı olarak, bazen de bir evin duvarına bitişik duran çeşme, bu kamusal mimarî öğelerin başında geliyordu. Zaten İstanbul'da suyu ileten tek bütüncül bir sistemin olmadığı, ancak suyu belirli komplekslere taşıyan tek tek su yapılarının olduğu bilinir. Çoğu zaman da yeni komplekslere taşınan su, tamamen yeni bir mahalle kurmak veya çevresinin kentleşmesini teşvik etmek için fırsat oluşturdu. Sonuç olarak yeniden yapılandırılan şehrin bu özellikleri, Osmanlılar için halka suyu dağıtmanın, yani çeşme ve sebiller yapmanın gerekliliği yolundaki düşünceyi pekiştirmiştir. Tüm bunlara karşın, suyun azlığından ötürü dikkat edilmesi gereken kurallar vardı. Söz konusu kurallara göre; nereye ne kadar su gerektiği belirlenir ve ölçümler yapılır, ne şekilde tevzi edileceğine kararlar verilir ve ona göre mahallelerdeki dağıtım yapılır ve belirli yerlerde çeşmeler inşa edilirdi.
Osmanlı çeşme mimarisinin 5 eşsiz örneği
SOKAKLARDAKİ HAYIR YAPISI
Osmanlı dönemi ile birlikte halk, su ihtiyacının hemen hemen tamamını çeşmelerden ve daha sonraki dönemlerde giderek yaygınlaşan sebillerden karşılar hale gelecektir. Çünkü hemen her sokağa hayır yapısı olarak çeşme yaptırılması sağlanmıştır. Yalnız İstanbul tarafında, yani Osmanlı döneminde Nefs-i İstanbul (Asıl İstanbul) olarak anılan Suriçi'nde, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e intikal eden kitâbeli 400 kadar çeşme bilinir.
İstanbul'da en eskiye tarihlenen çeşme, Cerrahpaşa'daki Davud Paşa Çeşmesi'dir. Davud Paşa Camii'nin avlu duvarına bitişik olarak, kesme taştan yapılmış olup, son derece sade görünümlüdür. Kitâbesinde külliyenin yapılış tarihi olan H.890/M.1485-6 tarihi yazılmış olmasına rağmen, banisi Davud Paşa'dan "merhum" olarak bahsedilmesi, ölüm tarihi olan 1498'den sonra yapılmış olduğunu düşündürür.
Diğer yandan, İstanbul'un fethinden önce, şehir surlarının dışında, Müslümanların bulundukları bölgelerde çeşmeler yapıldığı bilinir. Anadolu ve Rumeli hisarları civarındaki bazı çeşmeler bu dönemden kaldı. Ayrıca, Topkapı Sarayı'ndaki bazı çeşmelerin, Bozdoğan Kemeri'nin altında yer alan ve Atatürk Bulvarı açılırken kaldırılan Kırkçeşme'nin ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nde yer alan kitabesiz bir çeşmenin de Sultan II. Mehmed dönemine ait olabileceği düşünülür.
İstanbul çeşmeleri, mimarî, şehir planlaması, sanat tarihi ya da kullanım amaçlarına göre ve farklı açılardan değerlendirilmişler, farklı sınıflandırmalara tabî tutuldular. Tekil olarak düşünülmesine izin vermeyecek şekilde birbiri içine geçmiş özellikleri ön plana çıkarmak da elbette mümkün. Örneğin, Topkapı Sarayı'nın dördüncü avlusunda, Sultan İbrahim'in sünnet odasının dış kısmında yer alan çeşmenin; hem yer aldığı mimarî bütünün bir parçası olarak hem sanat tarihi içindeki yeri değerlendirilerek ve hem de kullanım amacının göz önünde tutularak değerlendirilmesi zorunluluğu vardır.
Su köşkleri: Çeşme ve sebiller
İstanbul çeşmeleri, çeşitli koşullarla belirlenen, kamusal ve özel mimarî bağlamlar içinde yer alırlar. Bu durum, çeşmelerin kullanım amaçları açısından "özel çeşmeler" ve "kamusal çeşmeler" biçiminde temel bir ayrıma tabî tutulabileceğini gösterir. Özel çeşmelerin hepsi "iç mekân çeşmeleri" olarak karşımıza çıkarlar. Kamusal çeşmelerin çoğu mimarî bağlam anlamında; "dış mekân çeşmeleri" dir. Öte yandan dış mekân çeşmeleri kendi içinde çeşitli farklı tiplere ayrılabilirler. Hatta bir bahçe ya da avlu içinde kullanıma sunulmuş farklı biçimlerdeki daha mütevazî örnekleri de bulunur.
İç mekân çeşmelerinin günümüze çok sayıda örneği ulaşmıştır. Burada söz konusu olan, suların toplandığı maksemlerden, künklerle saray ve konaklara getirilen suların akıtıldığı, duvarda yer alan çeşme aynası, musluk ve yalaktan oluşan, genelde başka bir yapı ile bütünleşik düşünülen, nispeten küçük çeşmelerdir. Topkapı Sarayı'ndaki onlarca örnek göz önüne alındığında, dönemin bezeme anlayışına göre titizlikle işlenmiş olduklarını söylemek de mümkün.