Yavuz Sultan Selim: Geçilemez sanılan çölü aşan hükümdar
Yavuz Sultan Selim Doğu'ya yaptığı fetihlerle ve kişiliğiyle Osmanlı Devleti'nin en önemli padişahlarından biriydi. Çok iyi at biner ve iyi kılıç kullanırdı. Ok atmada ve yay çekmede ise adeta ustaydı. Şehzadelik yıllarında çok iyi eğitimlerden geçen Yavuz, "geçilemez" sanılan Sina Çölü'nü o günün şartlarıyla 13 günde aştı! Peki, Yavuz Sultan Selim, atların bile kanının kaynadığı, zor yürüdüğü çölde niye atından indi ve yürümeye başladı? "Önümüzde Peygamber Efendimiz yürüyor" dediği olay neydi?
Giriş Tarihi: 22.09.2019
09:44
Güncelleme Tarihi: 22.09.2020
13:05
ŞAH İSMAİL'İN AMACINI FARK ETMİŞTİ
Trabzon'un İran'a yakınlığı sebebiyle Şah İsmail'in ümmet hakkındaki menfur emellerini çok iyi biliyordu. Ona karşı köklü ve müessir tedbirler almanın mecburiyetini daha şehzadeliğinde kavramıştı.
Fakat Şah İsmail'le mücadelenin -kendisi için - şehzadelik sıfat ve salahiyetleri ile mümkün olmayacağını düşünerek bir an önce Osmanlı tahtına geçmek ihtiyacını hissetmişti. Bu sebeple kardeşleri Şehzade Ahmed ve Şehzade Korkut'u bertaraf ederek 1512'de Osmanlı Sultanı oldu.
Yavuz, malum ve meşhur celadetine rağmen, aynı zamanda çok hassas ve ince ruhlu bir insandı. Devletin bekası için bertaraf etmeye mecbur kaldığı kardeşi Korkut'un tabutunun altına girmiş ve "Ey kardeşim! Ne sen böyle yapsa idin, ne de ben böyle yapmak mecburiyetinde kalsaydım!" diyerek ağlamıştı.
ANADOLU'DA MÜSLÜMANLARIN BİRLİĞİNİ SARSIYORLARDI
Yavuz, babasını, yılda iki milyon akçe tahsisatla Gümülcine'ye büyük bir hürmet göstererek yolcu etti. Onu faytona bindirdi. Kendisi de yanında yürüyerek, II. Bayezid Han'ı uğurladı. Babası vefat ettiğinde, naaşını İstanbul'a getirtip, Bayezid Camii'nin önüne bir türbe yaptırarak oraya defnettirdi.
Yavuz Sultan Selim Han, tahta geçer geçmez, süratle icraata başladı. O sıralarda Azerbaycan, Irak ve İran'ı eline geçirmiş olan Şah İsmail, Anadolu'yu tehdit eder bir duruma gelmişti. Şiiliği kullanarak devamlı fitne çıkartıyor, Müslümanların birliğini sarsıyordu!
YAVUZ SULTAN SELİM'İN İRAN SEFERİ
Yavuz Sultan Selim topladığı olağanüstü divanda, Şah İsmail'in tehlikeli faaliyetlerini uzun anlattı. Divan, çetin müzakerelerden sonra, İbn-i Kemal Paşa'nın fetvası ile İran'a sefer kararı aldı.
Yavuz, 20 Nisan 1514'de Üsküdar tarafına geçerek ordu-yi hümayun ile İran seferine çıktı. Şah İsmail, yiğitlik muktezası olarak er meydanına davet edildi. O ise daima kaçtı. Safevî topraklarına girildi.
Şah İsmail, devamlı geriye doğru kaçıyordu. Asker, bu uzun yolculuktan usandı; ikmal azaldı. Orduda birçok kimse, "Şah İsmail kaçtı. Bu bile zaferdir. Artık geriye dönelim" deyip, isyan çıkarmaya başladı. Hatta bunlar, Yavuz'un çadırına ok atacak kadar ileri gittiler.
YAVUZ'UN İSYANCI ASKERLERE YAPTIĞI KONUŞMA
Bunun üzerine Yavuz'un, çadırından çıkarak isyancı askerlere karşı îrad ettiği nutuk, harp tarihinin şaheserlerindendir.
Yavuz bu nutukta, "henüz hedefe varılmadığını, seferden asla dönülmeyeceğini, cihat için yapılan bu seferden, ancak kadınlarını düşünenlerin dönebileceğini, yiğit olanın ardınca gelmesini isteyip, tek başına dahi olsa savaşacağını " gür sesi ile ifade etti.
"İsteyenler, karılarının yanına dönüp entarilerini giyebilirler! Ben düşmana karşı tek başıma da gidebilirim!" dedi ve atını mahmuzladı.
KEFENİNİ BOYNUNDA TAŞIYAN SULTAN
Yavuz, şehzadeliğinden beri kefenini boynunda taşıyan bir cengâverdi. O anda binlerce ok ile şehit olabilirdi. Onun tevekkül, teslimiyet ve her çarenin Allah olduğunu idrak etmesi, bir anda hadisenin seyrini değiştirdi.
Yavuz'un yüreğinden boşalan bu nutuk, askerin gönlünü bir çağlayan gibi coşturdu. Çaldıran Ovası'na doğru yeniden taze bir azim ve müthiş bir hamle gücü ile varıldı. Şah İsmail perişan bir şekilde mağlup oldu. Karısını ve tahtını harp meydanında bırakarak kaçtı.
Selim Han, Tebriz'e girdi. Dört halifeyi zikrederek kendi adına hutbe okuttu. Tebriz'deki ilim ve sanat erbabına büyük ilgi gösterdi. Onları İstanbul'a davet etti. O yıl Selîm Han, bölgedeki fetihleri tamamlamak için kışı, Azerbaycan'daki Karabağ'da geçirdi.
İstanbul'dan Tebrîz'e kadar 2.500 kilometrelik bir mesafeyi, birçok ikmal zorlukları ile ve yaya olarak aşıp parlak bir zafer kazanmak, tarihte eşine çok az rastlanan hadiselerdendir.