Yüz yıl önceki işgalin İstanbul yansımaları
Dünyanın o zamana kadar gördüğü en kanlı savaş neticelenmiş, mütarekeler yapılmış, kazanan ve kaybedenler tarihe yazılmıştı. Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik tarafta olan devletlerden hiçbirinin başkenti işgal edilmemişti. İstanbul burada da farkını gösterecekti. Hemen hemen 5 asır İslâm'ın bayraktarlığını yapan bu güzel şehir, işgal devletlerinin ayak bastığı topraklar olacaktı. 5 yıl boyunca da İstanbul halkı bir daha benzerini yaşamayacağı kötü günlerin ağırlığı altında ezilecekti.
Giriş Tarihi: 06.11.2018
16:52
Güncelleme Tarihi: 06.11.2018
17:11
VATAN TOPRAĞINDA MÜLTECİLİK
İşgalin en acı taraflarından biri hiç şüphesiz mülke el koyma idi. Herhangi bir düşman zabiti, beğendiği evin kapısına dikilerek çoluk çocuk dinlemeden içindekileri kapı dışarı edebilme hakkını kendinde bulabiliyordu. Hatta istediği kimseleri meçhul diyarlara sürme yetkisini de. Sadece özel mülkiyetler değil, birçok kamu binası da işgalden nasibini almıştı. Kendilerini medenî (!) addeden bu devletlerin alenî gasplarıyla binlerce İstanbullu Müslüman evsiz kalmıştı. Üstelik hiçbir hak da talep edemeden. Bu el koyma hadisesi o kadar arsız boyutlara ulaşmıştı ki İtilaf güçleri kendi aralarında dahi anlaşmazlıklar yaşıyordu.
ÇANAKKALE'DE GEÇİLMEZ DENEN BOĞAZ'DA DÜŞMAN FİLOSU
İkinci Abdülhamid Han tahtan indirilmiş, sultanın bin bir güçlükle sağladığı denge siyaseti çökertilmiş, Devlet-i Âliyye 10 yıl içinde savaştan savaşa sürüklenmişti. Ağır yenilgiler neticesinde gerek askerin, gerek ahalinin moralleri, ülke toprakları gibi tarumar haldeydi. Ve son raddede, şimdi İstanbul'un incisi Boğaziçi'nde düşman gemileri gözükmekte. Çok değil, daha 3 sene evvel Çanakkale'de destan yazılarak geçilmez denen boğazlar geçilmiş, düşman donanması İstanbul önlerinde demirlemişti.
İstanbul'un fiilî işgalinden 10 gün sonra Birinci Dünya Savaşı'ndaki başarılarından dolayı Fransa'da millî kahraman ilân edilen Franched d'Esperey, "Doğu Orduları Kumandanı" olarak İstanbul'a gelir. Fransız General, Dolmabahçe rıhtımından İstanbul'da yaşayan Ermeni ve Rumların sevgi gösterileri arasında karaya çıkar. Beyoğlu'ndaki Fransız büyükelçiliğine giden d'Esperey, gelgelelim karşılamadan memnun olmamış, azınlıkların tezahüratını az bulmuştur.
Tekrar gelmek üzere şehirden ayrılan generalin İstanbul'a ikinci gelişi, 8 Mart 1918'dir. Bu sefer İstanbul'daki azınlıklar, kurtarıcılarını şanına layık (!) karşılayıp onu memnun edebilmek için ellerinden geleni yaparlar. Sirkeci'den 21 pare top atışıyla karaya ayak basan generali, gideceği güzergâh üzerinde itilaf kuvvetlerinden cesaret bulmuş binlerce azınlık, sevgi gösterileri içinde karşılar. Sanki şehri fethetmiş kumandan edasıyla zafer yürüyüşü yapan General, Beyoğlu'ndaki Fransız Sefareti'ne gider.
İngiltere Başbakanı Lloyd George tarafından "acınacak derecede nezaket ve zarafet yoksunu" şeklinde tanımlanan d'Esperey'in bu davranışına en sert tepkilerden biri Süleyman Nazif'ten gelir. Bir gün sonra kaleme aldığı "Kara Bir Gün" başlıklı yazısı Franched d'Esperey'i çok kızdırmış ve Nazif'in öldürülme emrini vermişti. Daha sonradan Malta'ya sürgüne gönderilen Süleyman Nazif'in işgal günlerine ait yazısı özetle şöyledir:
"Fransız generalinin dün şehrimize gelişi münasebetiyle bir kısım vatandaşlarımız (azınlıklar) tarafından icra olunan sevinç gösterileri, Türk'ün ve İslâm'ın kalbinde ebediyen kanayacak bir yara açtı. Aradan asırlar geçse ve bugünkü hüzün ve talihsizliğimiz, yerini neşeye ve huzura bıraksa bile, yine bu acıyı hissedeceğiz."
"Almanya orduları 1871 senesinde Paris'e dahil olarak (…) Tâk-ı Zafer altından geçerken bile Fransızlar bizim kadar hakaret görmemişti. Ve bizim dün sabah saat dokuzdan on bire kadar hissettiğimiz ye's ve azabı duymamıştı. Çünkü (Fransız) namını taşıyan her fert, çünkü yalnız Hristiyanlar değil, Yahudi Fransızlarla Cezayirli Müslümanlar, o matem karşısında aynı hislerle ağlamışlardı."
"Biz ise millî mevcudiyetlerini ve lisanlarının devamını bize borçlu olan bir kısım halkın (azınlıkların) şamataları ile en acı hakaretlerin birer tokat şeklinde yüzümüze atıldığını gördük. Buna müstehak değil idik diyemeyiz. Müstehak olmasaydık bu felakete duçar olmazdık.
Her kavmin hayatında birçok iyi-kötü sahifeleri vardır. Fransa kralı Birinci Fransuva'yı hapisten kurtarmış ve koca Viyana şehrini birçok kere kuşatmış bir milletin kader defterinde böyle acıklı bir satır da yazılıymış. Her hal, değişir. Arapların güzel bir sözü var: 'Sen sabret. Çünkü nasıl olsa zaman sabretmez.' derler." (Hadisât Gazetesi, 9 Şubat 1919)