Aşık Veysel hakkında bilinmeyenler
Âşık geleneğinin öncü isimlerinde Âşık Veysel, 124 yıl önce bugün doğdu. Şiirleriyle, türküleriyle insanlara yol gösteren Veysel, Türkiye'nin yetiştirdiği en büyük ozanlarındandı. "Acı hayatım var. Fakat ben şikâyetçi değilim. Gözlerim kapanmış dünya bana zindan olmuş. Beni de dünya tanıtmış. Şikâyetçi değilim müsterihim. " diyen büyük ozan bütün ömrü boyunca hep şükrederek yaşadı. Usta ozan Âşık Veysel'in hayatı hakkında az bilinenleri sizler için derledik.
Giriş Tarihi: 24.10.2019
16:51
Güncelleme Tarihi: 21.11.2021
13:57
GÖZLERİNİ NE ZAMAN KAYBETTİ?
Daha öncesinde iki ablasını da çiçek hastalığından kaybeden Âşık Veysel, hatalığını şöyle anlatır:
"Çiçeğe yatmadan evvel anam güzel bir entari dikmişti. Onu giyerek beni çok seven Muhsine kadına göstermeye gitmiştim. Beni sevdi. O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kaydı ve düştüm. Bir daha kalkamadım. Çiçeğe yakalanmıştım… Çiçek zorlu geldi. Sol gözümde çiçek beyi çıktı. Sağ gözüme de, solun zorundan olacak, perde indi. O gün bugündür dünya başıma zindan."
EŞİNİN AYAKKABISINA BİR TOMAR PARA KOYDU
Âşık Veysel'in küçük kızı Hayriye Özer, ünlü halk ozanının hiç bilinmeyen yanlarını 2005 yılında şu sözlerle anlattı:
"Babamı 25 yaşındayken Esma adlı köyün çok güzel kızlarından biriyle evlendirmişler. Ondan bir çocuğu olmuş, ama anasının memesi ağzına tıkanıp ölmüş. Derken Esma Hanım, evdeki yanaşmayla babamı bir başına bırakıp kaçmış. Babam, Esma'nın kaçacağını anlamış ama yapacağı bir şey yok.
Evde kimse yokken babam, Esma Hanım'ın çorabının içine biraz para koymuş. Evden kaçtıktan sonra iki sevgili Bafra'da bir çeşmenin başında serinliyor. O anda Esma Hanım, çorabını aralayınca paraları görmüş. Hemen anlamış, parayı kaçarsa sefil olmasın diye babamın koyduğunu.
Babam, sevgilisiyle evden kaçan ilk karısı Esma'yı meğer çok severmiş. Esma gittikten çok sonra bile babam hâlâ onu hayallerdi, köyün en güzel kadınlarından biriymiş. Bir gün kapıyı çalıp bana 'Çok başım ağrıyor kızım, babandan benim için bir ilaç iste?' dedi. Çok şaşırdım, 'Nasıl isteyebilirim Esma anne?' deyince, ısrar etti; 'Sen iste, o verir' dedi. Çekine çekine varıp söyledim babama. Elini cebine attı, çıkardığı aspirini avucumun içine koydu. O anda bana söylediği de hala kulağımda; 'Onun başı daha çok ağrıyacak.' Hakikaten dediği gibi de oldu, kadının hayatı perişanlıklarla geçti.
İNSANLARI AYAK SESİNDEN TANIRDI
Veysel çocuklarına isimleriyle hitap ederdi bazen de 'kuzum, canım' diye ilaveler yapardı. Sessizce yanından süzülürken bile hangisinin olduğunu anlar, ismini söylerdi. O günlerde köyde gördüklerinden aklında kalanları hep sorardı. 'Yolun karşısında şu çalı vardı, filan yerde şu taş vardı, hálá duruyor mu' diye sorardı.
Âşık Veysel şiirlerini gece yazardı. Gündüzleri ise çoğu zaman ya uyurdu ya misafirleriyle konuşurdu. Yemeklerden en çok kuru fasulyeyi severdi. Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi'nde yatarken bile ona özel kuru fasulye yaparlardı.
Radyo dinlemeyi çok severdi bu yüzdendir radyosu hep başucunda dururdu. Haberlerin hiçbirini kaçırmazdı.
Âşık Veysel, kibirli bir adam değildi. Türkiye çapında ulaştığı şöhret, onu, yakın ve uzak çevresinden hiçbir zaman koparmadı. Kelimenin tam anlamıyla bir halk adamıydı. Siyasi bir rengi olmayan toplantılara katılır, çalar, söyler, kendisini dinletmesini bilirdi. Kibirli olmamakla birlikte bir köşede unutulmasına da katiyen katlanamazdı. Davet edildiği meclislerde söz biraz uzadı mı, Veysel elini masaya birkaç defa vurarak sesini yükseltirdi:
-Efendiler! Biz yiyip içiyoruz amma saz acından ölüyor!
Sonra sazını bağrına basar, o tamamen kendine has özelliğiyle Sivas ağzına güzellik kazandırıp çalıp söylerdi.