Arama

Biyoloji hayattır

Eğitimci ve biyolog Nesibe Alpoğlu ile beyin mi vücudu, vücut mu beyni yönetir, vücudumuzun savunma mekanizmaları nelerdir, kalp mi aşık olur yoksa beyin mi, sık sık ilaç tüketimi kullanımı hakkında ne yapılabilir, kelimeler insan vücudunu etkiler mi ve etkilenmemek için biyolojik olarak ne yapılabilir gibi insan biyolojisini ilgilendiren birçok meseleyi detaylıca konuştuk.

Betül Sav: Beyin nedir? Çalışma mekanizması nasıldır?

🧠 Eğitimci-Biyolog Nesibe Alpoğlu:

Beyni adeta bir kablolar sistemi olarak düşünebiliriz. Beyinde milyonlarca nöron vardır. Beyni tek bir organ ve tek bir vazife olarak adlandıramayız. Beynin çok farklı alanları vardır. Okuma yazma alanları farklıdır sanatsal faaliyetlerdeki alanı farklıdır. Düşünme, anlayabilme ve cevap oluşturabilme alanları farklıdır. Hatta kusma, yutma, hapşırma, öksürme gibi efektif organlar dahi beynin farklı bölgelerinde yer alır. Bir beyini aktif tutabilmek için beynin farklı alanlarını çalıştırmak farklı alanlarını canlı tutabilmek lazım. Biz beyni geliştirme aşamasında buraya değiniyoruz. Nasıl çalışıyor bu kablolar sistemi? İnsan sistemi bir zerrecik hücreden meydana gelir. Bu hücreler bir araya geldiğinde, topluluk oluşturduğunda biz bunun adına "doku" deriz. Dokular birleştiğinde organları ve organlar birleştiğinde sistemleri bir araya getirirler. Dolayısıyla bizim beynimizi etkileyen şey aslında sinir sistemidir. Sinir sistemi dediğimiz şey ise çevresel sinir sistemi yani bizim uzuvlarımız, beş duyu organlarımızı ilgilendiren şeyler ve merkezi sinir sistemimizdir. Beyin ve omirilikten oluşur. Yani biz diyemeyiz ki beyin tek başına çalışan bir organdır. Beyin vücut bütünlüğünde çalışan bir organdır.

Betül Sav: Beyin mi vücudu yönetir, vücut mu beyini yönetir?

🧠 Eğitimci-Biyolog Nesibe Alpoğlu:

Bu sorunun cevabı çok karmaşıktır. Biz zannediyoruz ki beyin bizi yönetiyor. Bütün vücudumuza yön veren beyindir. Evet, bu doğru bir bilgidir. Ancak beyni de kandıran biziz. Yani beyni, kendi yalanımıza uydurabiliriz. Şuradan başlayalım;

➡️ "Homeostazi" denilen bir bilim vardır. Homeostazi, "kararlı iç denge" demektir. Örneğin biz diyoruz ki insanın vücut sıcaklığı sabittir. Nasıl sabittir? Ortamlar değişiyor. Ortamlar değiştikçe benim organımın içendeki ısı değişiyor. Vücut senin için bunu sağlıyor. Çok sıcak bir ortama mı girdin? O zaman damarların yüzeye yaklaşıyor, kızarıyorsun, terlediğini hissediyorsun ve en yakın yüzeyden yani deri yüzeyinden vücudun nefes almaya çalışıyor. Ter dediğimiz olayı meydana getiriyor. Başka bir açı ile bakalım: İçeride ben heyecanlandım, panik yaptım. Kalp atım hızım artıyor. Metabolizma hızım artıyor. Metabolizma, benim vücudumun terlemesini artırıyor ve vücut bu aşamada rahatlama yoluna gidiyor. Ne yaptı? Vücut ter bezlerini dışarıya yaklaştırarak kendi içerisindeki sıcaklığı korumaya çalıştı. Tam aksini düşünelim. Dışarıya çıktım. Hava karlı, buzlu, ne kadar soğuk. Ne yapıyor vücudum? Damarlar daralıyor, birim damardan daha fazla kan geçiyor. Bu sefer vücut içeride kendisini ısıtmaya çalışıyor. Bunların hepsini yaparken vücut kendisini sabit ısıda tutmaya çalışıyor. Şimdi baktığımda evet beyin beni yönetiyor. Gerçekten dışarıdaki hal ile içerideki hali denge halinde tutuyor. Veya idrara bakıyorum; eğer idrar çok koyu sarıysa diyorum ki vücut dışarıdan yeterince su alamıyor. Karasal bir canlısın içeride %70 suyu tutmak zorundasın ama eğer su alımın yeterli değilse vücut diyor ki böbrekler mesela "Ben bu kadar kusura bakma dışarıya atamam, bu su bana lazım" ve böbreklerin tutuyor. İdrarda materyal sudan daha fazla olduğu için koyu renkli bir idrar görüyoruz veya açık renkli idrara bakıyoruz çok beyaz çok şeffaf. Burada da vücut diyor ki "dışarıdan o kadar su aldın ki senin bu kadar şeye ihtiyacın yok, o zaman ben bunu işlemeden, hiçbir işleme maruz bırakmadan dışarı bırakıyorum." Dolayısıyla vücut hal diliyle bizimle konuşuyor ve evet beyin bizi yönetiyor.

🧠 Eğitimci-Biyolog Nesibe Alpoğlu:

Bizim sempatik sistem dediğimiz bir sistem var. Hani beyin mi vücudu, vücut mu beyini yönetir demiştik. Bazen vücudumuzun kabul ettiği şeylere de beyin kendini evriltir. Sempatik sistemde şundan bahsediyoruz; o gün çok çalışmışsın çok yorulmuşsun çok başka hallere girmişsin. Tekrar karnın çok acıkmış. Tek derdinse eve gideyim, yatayım, yatağımda uzanayım, iki lokma yemek yiyeyim, sabaha kadar uyuyayım, diye düşünüyorsun. Eve geldin, kapı aralıklı ve içeriye hırsız girmiş. Artık bunun farkındasın. Kafanda dönmeye başlıyor; kapıyı ben kilitlemiş miydim, kilitlediysem nasıl açtılar? Evde annem vardı, kardeşim vardı. Hala evdeler mi veya hırsız hala evde mi, polisi aradılar mı acaba? Birileri gördü mü, hırsız bana bir şey yapabilir mi? İçeride ganimetim vardı, çalmış olabilir mi? Bir sürü şey geçiyor aklımdan. Bu aşamada şunu diyebilir misin: Ya of zaten bitmişim, bugün akşama kadar çalışmışım, şu an bununla uğraşacak hiç halim yok. Kapımı kapatırım, uyurum. Uyandığım zaman polisi arar, ne yapılması gerekiyorsa yaparım, diyebilir miyiz? Diyemeyiz. İşte sempatik sistem burada devreye girer. Sempatik sistem burada diyor ki; dur, senin şu an daha acil bir işin var. Bir an önce annenin ve kardeşinin sağlığından, kendinin emniyette olduğundan emin olman gerekiyor. Bu aşamada neler görüyoruz:

◽ Vücutta göz bebeklerim büyüyor, metabolizma hızım artıyor yani kalp atışım artıyor. Kalp atışımla beraber terlemem artıyor. Tükürük salgısı artıyor ama her şey artıyor mu? Hayır. İdrar torbası genişliyor. Eğer idrara ihtiyacın varsa sen bu ihtiyacı görmezden geliyorsun. Biraz önce hatırlattığımız gibi vücut ne diyor? Dur, şu an daha acil bir iş var, şu an tuvaletin vakti değil veya vücutta metabolizma hızı arttığı için sen çok daha heyecanlı ve çözüm odaklı oluyorsun. Şu an ne yapabilirim? Zaten biz bu sisteme savaş ya da kaç sistemi diyoruz. Yani ya şu an kaçıp canını kurtaracaksın ya da savaşabileceğin bir unsur varsa bunun karşısında dik durabileceksin. Beynimiz bize komutu veriyor ama bu nasıl oluyor? Tabi çevreden gelen faktörlerle.

Çok daha durum kontrolü olan bir insanı düşünelim; eve geldi, aynı durumla karşılaşmış. Bütün gün çalışmış, çok yorulmuş, eve gelmiş, hırsız girmiş. Bu insanın verdiği tepki çok daha ağır olacaktır. Diyecek ki; şu an önemli olan can güvenliğim. O zaman önce can güvenliğimi sağlamalıyım. Biliyorsunuz bazı insanlar, bu durumlarda donup kalır ve hiçbir şey yapamazken bazıları çözüme odaklanıp işine devam eder. Dolayısıyla burası sempatik sistemi ne kadar iyi yönettiğimiz ile alakalıdır ve buradaki altında yatan sebep de beynimize verdiğimiz emirdir. İşte vücut mu beyni, beyin mi vücudu dediğimiz nokta, tam olarak burasıdır.

"Savaş ya da kaç" zaten çok ilkel bir beceridir. Bunu biz istesek de kendimize katamayız. Bu vücudun, durumların karşısında kendini ne kadar yönettiği ile alakalıdır. Bu aslında bilmekle alakalıdır. Biraz önce biyoloji biliminden bahsettik; ne kadar tanırsanız vücudunuzu, o kadar iyi yönetebilirsiniz. Beyninizi de aynı şekilde; "evet maddi olarak kaybım olabilir ama şu an önemli olan benim can güvenliğim" meselesini söylediğiniz zaman vücut, çok daha çabuk çözüm üretip etkili bir çözümle olayı neticelendirecektir.

Betül Sav: Vücudumuzun savunma mekanizmaları da var mı?

🧠 Eğitimci-Biyolog Nesibe Alpoğlu:

Bu çok güzel bir soru. Tabi var. Hatta biz buna "birinci savunma hattı" ve "ikinci savunma hattı" diyoruz. Biz öksürüğü, hapşırığı çok yanlış algılıyoruz. Halbuki bunun altında yatan şey çok güzeldir. Birinci savunma hattıdır. Bizim ağız ve burnumuzda "mukus salgısı" vardır. Kulaklarda da mukus salgısı vardır. Çünkü biz, açık alanlarımızda dışarıdan gelen mikropları görmek istemiyoruz. İçerideki sisteme dahil etmek istemiyoruz. Ne yapıyoruz bunun için? Bakınız; burun kılları, ağızda bulunan lizozim enzimleri. Bu enzimler, buradaki mukuslar, kıllar ne yapıyorlar? Dışarıdan gelen materyalleri tutuyorlar. Eğer dışarıdan gelen materyal çok fazlaysa o zaman mukus salgısı artıyor. Kötü alışkanlığı olan insanları bilirsiniz, çok fazla balgam çıkarma ihtiyacı hissederler. Çünkü vücut savunuyor, diyor ki dışarıdan çok fazla duman geldi veya kömür işçilerini düşünün; çok fazla mukus salgıları, balgamları olur. Bunun sebebi dışarıdan gelen tozu vücut tutuyor; goblet hücreleri diyoruz biz buna. Akciğerden sentezlenir ve nefes borusunun yapılarında siller vardır. Bu siller sayesinde bunlar üretilir. Mukuslar ve dışarıdaki zararlı materyallerin en içeri yani akciğere girmesi engellenir. Biz buna birinci savunma hattı diyoruz. Dışarıdan gelen nesnelerin tutulması. "Öksürüp hapşırıp biz bunları dışarıya atıyoruz ama yetiyor mu? Yetmiyor. Eğer mikrop bu engelleri aştıysa bir kademe aşağısı, aşağı indiyse biz o zaman diyoruz ki; boğazlarım şiş gibi hasta olacağım. Hasta olacaksın evet, eğer oradaki materyaller daha aşağı inerse sen daha ciddi hasta olacaksın. Dolayısıyla boğazımızın şişmesine hastalık atfediyoruz ama bu bir savunma sistemidir. Daha fazla aşağı indiğinde akciğerler zatürre. Hani hep diyoruz ya; inşallah akciğere inmemiştir çok öksürüyor, inşallah akciğerden değildir, işte bu savunma hatlarını açtığı zaman mikroplar bizde çok daha ciddi hastalıklara sebep oluyorlar.

  • 10
  • 20

Betül Sav: Vücudun savunma sisteminde ishal ve kusmanın durdurulması gerekiyor mu?

🧠 Eğitimci-Biyolog Nesibe Alpoğlu:

Savunma sistemleri sadece dışarıdan yaptığımız savunmayla da sınırlı değil. İçeride hala devam eden bir savunma sistemi de var. Şöyle düşünün; bozuk bir tavuk yediğiniz. Yediğiniz bozuk tavuğu hadi tadından algılamadınız. Tabi yedikten sonra artık ağzınızın içine girdi. Çiğnediğiniz, tükürükle hemhal oldu. Mideye inecek. Bunun artık geriye dönüşü yok ama mideye indiğinde dahi mide diyor ki; eyvah yabancı bir cisim geldi. Aynı şekilde siz dur deseniz dahi içerideki sistemler durmaz. Buna "otonom sistemler" diyoruz. Otomatik yani kendi kendine işleyen sistemlerdir.

◾ Siz içerideki sistemi durduramazsınız. Yani "ah sevdiğimden ayrıldım, bugün kalbim dursun" dediğinizde kalbiniz asla durmaz. Size sormaz çalışmak için. Dolayısıyla içerideki sistemler de böyledir. Siz dışarıdan tavuğu yediniz bozuk bir tavuktu. Ama vücut size şöyle demez; ben sindirimi durduruyorum, sen bundan sonrasını yeme, demez. Sen onu artık yemişsin ve yutmuşsun. Yapacak bir şey yok. Vücut kendi sisteminde bunu döndürmeye devam edecek ama sistemde bir hata olduğunun farkında bunu da dışarıya atmak isteyecek. Dolayısıyla biz bozuk bir gıda yediğimizde ishal ve kusmayı görüyoruz. Peki bunları durdurmalı mıyız? Buradaki esas soru bu. Şöyle ki; ishal ve kusmayı durdurmamamız gerektiğini biliyoruz. Neden durdurmuyoruz? Çünkü vücut diyor ki; içeride sana yakışmayan yediğine karşılık gelmeyen bir şeyler var. Demek ki senin bunu hızlıca dışarıya atman lazım. Biraz önce bahsettik: Katı atıklarımız, boşaltım sindirim sistemi ürünlerimiz. Bizler bunları neden boşaltım yoluyla atıyoruz? Çünkü biz bunları vücudumuzda istemiyoruz. Bunlar atık. Bakıyoruz katı gaitaya sert daha doğrusu katı, kıvam almaz bir kıvamda olması lazım ama biz bunu ishalle bol suyla dışarıya atıyoruz. Çünkü bağırsak diyor ki; sen zararlı bir şey yedin ve bundan tez zamanda kurtulman gerekiyor. O zaman ben vücut için sakladığım suyu acil olarak bağırsaklara indiriyorum ve bağırsaklarla bunu senden kurtarıyorum. Bu yabancı cismi dışarıya atıyorum. Ama biz ishal ve kusmayı durdurduğumuz zaman diyoruz ki bunlar içeride zararlı zararlı kalsın. Daha sonralarda belki daha büyük hastalıklara maruz kalıyoruz. Savunma sistemlerimize biz müdahale etmeyelim. Müdahale etmemiz gereken noktalarda tabi ki şundan bahsetmiyorum; 10 gündür ishal, 10 gündür devam etsin değil. Zaten literatürde de böyledir. Hemen hemen üç güne yaklaşan ve üç günden daha fazla ishallere müdahale edilirken bundan daha azlarına su takviyesiyle yani evde su içmek olsun, serum bağlamak olsun, bu şekilde müdahale edilir. Bunun haricinde savunma sistemlerine müdahale etmek maalesef bizim bağışıklığımızı durduran şeylerdir.

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN