Kahve İstanbul’a ne zaman geldi?
Osmanlı'nın belki de ilk kamusal mekânı olan kahvehanelerde saç tıraşı olunup diş de çektirildiğini ya da biraz daha yaman kahvecilerin kan da alabildiğini biliyor muydunuz? İşte, İstanbul'a Yemen'den gelen kahvenin ve kahvehanelerin pek yaman serüveni…
Giriş Tarihi: 06.04.2019
17:59
Güncelleme Tarihi: 06.04.2019
18:08
KAHVE İLE İLGİLİ FETVALAR
Kahve ile ilgili fetva veren yalnız Ebussuud Efendi değildi, Osmanlı İlmiye sınıfının seçkin ailelerinden Bostanzadeler'den Mustafa Efendi de tafsilatlı manzum bir fetva verdi. Fakat kahvehaneler büyük ölçüde ilgi görüyorlardı. Kâtip Çelebi'nin yorumu ise şöyleydi : "Yer yer kahvehaneler açılıp büyük şavk ve rağbetlerle bir yere gelip içtiler. Hele keyf erbabının keyflerini artırır, cana can katar bir hâl olduğundan bir fincan uğruna can vermek yanlarında caiz oldu."
Kahve yoluna serden geçiliyordu, kimi zaman yasaklanarak, kimi zaman izin verilerek kahvehaneler işlemeye devam ettiler. 1592'den sonra yasak sayılmaktan da çıktı, her sokakta kıssahanların kıssalar anlattığı, türlü oyunların oynandığı kahvehaneler türedi. Bu hal IV. Murad'ın tütün ve içki yasağına kadar devam etti, İstanbul kahvelerine en sert darbeyi o vurdu; bu dükkânların birçoğu kapandı ama kahve de kahvehane de çıkıp gitmedi hayatımızdan.
OSMANLI’NIN KAHVEHANELERİ
İstanbul'da bugün, Divanyolu'ndan sonraki caddenin adı Yeniçeriler Caddesi'dir, vaktiyle Yeniçeri taifesi buralarda olduğundan caddeye bu isim verilmiştir; Çemberlitaş'dan Beyazıt'a uzanan bu mahalde Yeniçeri kahveleri vardı eskiden. Yeniçeri ocağının kaldırılmasıyla beraber kahvehaneleri de tarihe karışır, ama dikkat edilsin tarih olup giden yeniçeri kahvehaneleridir. Yoksa kahve de kahvehane de İstanbul'da gündelik hayatın bir parçası olmaya devam etti.
Sözgelimi Tavuk Pazarı civarında Âşık kahveleri vardır, buralarda saz çalınır, bilmeceler çözülür, mani, semai, koşma, kalenderi gibi halk edebiyatının özgün türlerindeki eserler icra edilir. Zamanla âşık kahveleri de şekil değiştirerek semai kahvelerine dönüşmüşlerdir, Osman Cemal Kaygılı bu durumu şöyle anlatır: "Fakat bize öyle geliyor ki, Tanzimat ile beraber Divan Edebiyatı nasıl hararetini kaybetmiş ve daha sonra nasıl durmuşsa, âşık tarzı denilen saz şiiri de yine Tanzimat ile birlikte hayli gevşemiş ve biraz zaman geçince Tavuk pazarındaki Âşık kahvehanelerinden İstanbul'un çalgılı kahve denilen yerlerine sığınarak oralarda aslını muhafaza etmekle beraber şeklini az çok değiştirmek suretiyle 1919-1920 yıllarına kadar devam edebilmek imkânlarını bulmuştur."
Sözü geçen bu semai kahvelerine daha çok tulumbacılar devam ederler, ne gariptir ki tulumbacılar da yeniçeri ocağının bir uzantısıdır. Buralarda önce mani söyleyerek işe başlanırdı, fakat asıl kısma geçmeden evvel bir çalgı faslı olurdu, bundan sonra gelen giden tamam olunca maniler, atışmalar, alaylar başlar ardından koşma, semai, destan, kalenderi okumaya geçilirdi.