Kahve İstanbul’a ne zaman geldi?
Osmanlı'nın belki de ilk kamusal mekânı olan kahvehanelerde saç tıraşı olunup diş de çektirildiğini ya da biraz daha yaman kahvecilerin kan da alabildiğini biliyor muydunuz? İşte, İstanbul'a Yemen'den gelen kahvenin ve kahvehanelerin pek yaman serüveni…
Giriş Tarihi: 06.04.2019
17:59
Güncelleme Tarihi: 06.04.2019
18:08
Sözgelimi Tavuk Pazarı civarında Âşık kahveleri vardır, buralarda saz çalınır, bilmeceler çözülür, mani, semai, koşma, kalenderi gibi halk edebiyatının özgün türlerindeki eserler icra edilir. Zamanla âşık kahveleri de şekil değiştirerek semai kahvelerine dönüşmüşlerdir, Osman Cemal Kaygılı bu durumu şöyle anlatır: "Fakat bize öyle geliyor ki, Tanzimat ile beraber Divan Edebiyatı nasıl hararetini kaybetmiş ve daha sonra nasıl durmuşsa, âşık tarzı denilen saz şiiri de yine Tanzimat ile birlikte hayli gevşemiş ve biraz zaman geçince Tavuk pazarındaki Âşık kahvehanelerinden İstanbul'un çalgılı kahve denilen yerlerine sığınarak oralarda aslını muhafaza etmekle beraber şeklini az çok değiştirmek suretiyle 1919-1920 yıllarına kadar devam edebilmek imkânlarını bulmuştur."
Sözü geçen bu semai kahvelerine daha çok tulumbacılar devam ederler, ne gariptir ki tulumbacılar da yeniçeri ocağının bir uzantısıdır. Buralarda önce mani söyleyerek işe başlanırdı, fakat asıl kısma geçmeden evvel bir çalgı faslı olurdu, bundan sonra gelen giden tamam olunca maniler, atışmalar, alaylar başlar ardından koşma, semai, destan, kalenderi okumaya geçilirdi.
Semai kahveleri yahut çalgılı kahveler yirmilerin sonlarında silinip gittiler, fakat kahvehane hayatımızda şekil değiştirerek var oldu. Mehmet Akif Ersoy "Mahalle Kahvesi " şiirinde bu asrın İstanbul kahvesini tabanından tavanına, oldukça güzel tasvir eder.
Kahvede, kahve içilip tavla oynandığı gibi, saç tıraşı olunup diş de çektirilebilir, hatta biraz daha yaman kahveciler kan da alabilmektedirler. Edebiyatçıların, üniversite hocaları ve öğrencilerin devam ettikleri kahveler kırklı yıllarda pek meşhurdur. Yahya Kemal Sorbonne'da hocası olan Albert Sorel gibi öğrencileri ile Çınaraltı'nda buluşup açık havada edebiyat sohbetleri yapar. Beyazıt Camii'nin hemen dibinde sahaflar çarşısına bitişik olan Küllük Kahvesi ise bir döneme damgasını vurmuştur. Devrin pek çok yazarçizeri bu kahvehaneye devam eder, hatta Sıtkı Akozan uzun bir manzume (Küllüknâme) kaleme alır, kahveye devam edenleri anlatır bu manzume, küçük bir kitapçık şeklinde de basılır. Küllük ile beraber belki de bir devir kapanır.
Kaynaklar: Türk Edebiyatı Dergisi, Kahve Üzerine, Şaziye Dinçer Bahadır sayı:2017 / Gelibolulu Mustafa Âli, Görgü ve Toplum Kuralları Üzerinde Ziyafet Sofraları, Mevâidü'n-Nefâis fî Kavâidi'l Mecālis, (haz. Orhan Şaik Gökyay), Tercüman 1001 Temel Eserler, İstanbul 1980. / Kâtip Çelebi, Mîzanü'l Hakk Fi İhtiyari'l-Ahakk, (haz. Orhan Şaik Gökyay), Tercüman 1001 Temel Eserler, İstanbul 1980. / M. Ertuğrul Düzdağ, Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi Fetvaları Işığında 16. Asır Türk Hayatı, Enderun Kitabevi, İstanbul 1983. / Mehmet Akif Ersoy, Safahat, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 2013. / Osman Cemal Kaygılı, İstanbul'da Semaî Kahveleri ve Meydan Şairleri, Bürhaneddin Basımevi, İstanbul 1937.