Osmanlı'nın köklü geleneği helva sohbetleri nedir? Helva sohbetlerinin tarihi
Osmanlı'da sevinçte, kutlamada, zafer kazanmada hatta Ramazan ayında da özel olarak pişirilip yenen bir gıda olan helva için sohbetler düzenlendiğini biliyor muydunuz? Sizler için Osmanlı'da köklü bir gelenek olarak karşımıza çıkan helva sohbetlerinin tarihini derledik.
Giriş Tarihi: 20.05.2019
08:43
Güncelleme Tarihi: 20.05.2019
09:22
Sohbet oyun sona erdi / Gitmemizin vakti geldi Hafta sırası ağama erdi / Ağam buyurun helvayı, helvayı Ömür neşe ile geçer / Akil olan çok şey sezer Belletmez izin karda gezer / Ağam buyurun helvayı, helvayı Sohbet helva itmam oldu / Gözlere hep uyku doldu Saga-yı hatır son buldu / Ağam buyurun helvayı helvayı
Helva sohbetleri sona erip misafirler evlerine dağılırken, sohbetlerin sahibi olan kişi ev halkına ulaştırılmak üzere "diş kirası" ya da "göz hakkı" diyerek bir miktar helva gönderirdi.
LALE DEVRİ DÖNEMİNE RASTLAYAN HELVA SOHBETLERİ
Osmanlı'da helva sohbetlerinin saray gelenekleri olarak zirvede olduğu dönem Lale Devri yıllarıdır. 2. Ahmet'in düzenlediği, onun gibi devlet idaresinde üst seviyede olanların düzenledikleri helva sohbetleri oldukça şaşaalıdır. Bu dönem saraydaki helva sohbetlerinin baş şairlerinden Nedim'in dizelerinde bile bu geleneğin aktarımını görürüz:
"Bir iki gün anmayalım hele / Kamlar sohbeti-i helva ile olsun şirin."
Keçecizade İzzet Molla ise şu ilginç benzetmeyi yapmıştır:
"Bir şeker çiğnediler sohbet-i helvada bu şeb / Yar lalin sunacakmış bana tenhada bu şab"
Şair Eşref de:
"Ray-ı türşün laf-ı telbin tavr-ı buşkun / Hiç kabul eyler mi sufi sohbet-i helvasını"
Günümüz Türkçesiyle:
"Ey Sofu! Ekşi suratın, acı sözün, soğuk davranışın olmasa seni helva sohbetine kabul ederler miydi?" Eşref Paşa, hem sofulara çatıyor, hem de helva sohbetlerinde tatlıların yanı sıra sofunun soğuk davranışını, acı sözünü andıran turşu ve soğanların da yendiğini ima ediyor.
Ramazan boyunca akrabalar ve arkadaşlar iftar yemekleri için birbirlerini ziyaret ederlerdi. 16. yüzyılda Avusturya Büyükelçisi olarak görev yapan Busbecq'in aktardığına göre; Osmanlı devlet adamlarının herkese açık iftarlar vermesi beklenirdi ve bu iftarlara o kadar çok konuk gelirdi ki sofrada yer boşalması için sıra beklenirdi. Böylesine cömertçe bir misafirperverlik öyle masraflı olurdu ki kimi zaman ev sahipleri bu ziyafetleri karşılayabilmek için halı ya da mücevher gibi değerli eşyalarını satmak zorunda kalırlardı.
15. yüzyıldan itibaren baklava, ramazan ayıyla özdeşleşti ve saray aşçıları tarafından hazırlanan yüzlerce tepsi baklavanın ramazanın 15. gününde Yeniçerilere sunulması bir saray geleneği haline geldi.