Sosyologlar, geleneksel yapıdan modern yapıya geçişle birlikte algılanan ve yaşanan risklerin dönüşüm geçirdiğinden bahsetmekte. Çünkü geleneksel toplumda algılanan risk gerçek bir tehlikeyi barındırırken, günümüzde düşünsel boyutta sürekli yeniden üretilen, böylece insan davranışlarını kontrol edip biçimlendiren kurgusal riskler ön plana çıkmış durumda.
"Risk Toplumu"nun yazarı Beck'e göre risk denilen şeyi anlamak için modernleşmenin ne olduğunu kavramaya ihtiyaç var. Kuşkusuz yaşanan riskler, sadece modernliğin icadı değil, zira onlar, her dönemde şu ya da bu şekilde yaşanmıştır. Ancak günümüzün riskleri geçmiştekinden oldukça farklı bir görüntü arz ediyor.
Öngörülemezlik ve tahmin edilemezlik modernlik öncesi risklerin en önemli özelliğiydi. Dolayısıyla onlara karşı tedbir almak oldukça zordu. Felaketler, acı ve hüznüyle yaşanır ve biterdi. Modernite ise her şeyi kontrol etmek, somutlaştırmak ve bilimselleştirmek ister. Bununla birlikte modernitenin de kendi ürettiği belirsizlikler ve kontrol edilemezlikler mevcut. Mesela, modernite ortaya çıkan riskler karşısında nelerin yapılmaması gerektiğini söyler, ancak nelerin yapılması lazım geldiğinden bahsetmez.
Beck, "kendi başına buyruk" hale gelen modernleşmenin kendini yenileme sürecine girdiğini, post-modern dönemde ise risklerin küreselleştiğini söylüyor. Öncelikle risk dağılımı ile zenginlik dağılımı iyice farklılaşmış durumda. Bununla birlikte arkadaşlık ve komşuluk ilişkileri, evlilik ve çocuk yetiştirme tutumları, diğerkâmlık davranışları, hatta din ve inanç algısı bile köklü biçimde değişmekte, hatta savrulmakta. Çünkü artık hem bilginin tanımı hem de bilgiyi üretme şekli epistemolojik anlamda gücü elinde tutanların kontrolünde. Bilgi, onlar tarafından inşa edilmekte, dahası yine onlar tarafından üretilen risk algısıyla insan davranışları köklü biçimde değişime uğramakta, hatta evrim geçirmekte.
RİSK TOPLUMUNDA MÜSLÜMAN OLMAK
Artık emniyetli bir dünyada değiliz. Özellikle akıllı telefonlar, bilgisayarlar, dijital donanımlı taşıtlar, yer altı atom araştırmalarının tetikleyeceği düşünülen depremler, ekonomik krizler, sokakların güvenli olmayışı gibi birçok alanda kendimizi baskı, tehdit ve kaygı içinde hissediyoruz.
Protestan dini düşüncesinin kutsalla dolu dünyayı metafizikten arındırarak korunaksız bırakmasının bireysel travması yaşanıyor gibi. Herkes kendi başının çaresine bakmalı, kimseye ve hiçbir şeye güvenmemelidir. Furedi "Paranoyak Anne-Babalık" ve "Korku Kültürü" isimli eserlerinde risk toplumunun beraberinde getirdiği kaygı çağı insanlarını harika betimliyor.
Konuyu İslam'ın insan modeli ve Müslümanlık açısından değerlendirecek olursak; iman etmek, sadece ve basitçe "amentü"de sayılan altı temel ilkeye inanmak demek değildir. Bununla birlikte imanın kişide emniyet hissi uyandırması gerekir. Buna göre iman etmek güvenlikli bir dünyada yaşamaktır. Çünkü her şeyi gören, bilen, işiten mutlak bir koruyucu vardır. O, bizden sadece kendisiyle ilişkilerimizi kuracak dua ve ibadetleri talep etmemekte, bununla birlikte dünyayı daha yaşanılabilir bir dünya haline getirmemizi istemektedir. "Namaz sizi kötülüklerden ve fenalıklardan alıkoyar" (Ankebut, 45) ayeti bu anlamda dikkat çekici. Halk arasında sıklıkla söylenen; "Herkesin bir hesabı varsa Allah'ın da bir hesabı vardır" sözü risklere karşı tek güvence olarak Allah'ı göstermekte. Çünkü O, hileleri bozan (Al-i İmran, 54) ve mazlumu koruyup zalimden intikam alandır (Duhan, 16; İbrahim, 47). Dahası; "Sizin şer bildiğinizde hayır, hayır bildiğinizde şer vardır" (Bakara, 216) ayeti de İslamî bilinci canlı tutması ve birey açısından belirsiz olan geleceğin Allah tarafında kontrol edildiği duygusunu kazandırır. İbrahim Tennurî, "kahrın da hoş lütfunda hoş" derken Erzurumlu İbrahim Hakkı, "Mevla görelim neyler/neylerse güzel eyler" diyerek aslında belirsizliğin sadece beşer için olduğunu, bundan da korkulmaması gerektiğini ilan eder.
VARLIĞIMIZ TEHLİKEDE!
İslam, komşuluk ve arkadaşlık ilişkilerini ziyadesiyle önemseyen bir dindir. Güvenli bir dünyada yaşamak için bireyin kendisini kuşatan sosyal çevresinden emin olması gerekir. Kendini, ailesini, çocuklarını hatta malını mülkünü emanet edebileceği bir sosyal dünyanın var olması kaygıyı azaltıcıdır. Kişilik ve sosyalleşmenin önemli mekânlarından sokaklar da güvenli olmalıdır. Aksi halde gelecek nesiller sorunlarını çözemeyen, iletişimleri zayıf, birbirine güvenmeyen bireyler olarak yetişecektir.
Postmodernite, düşünümsel risk tehdidi ile dengemizi bozuyor. Kuşkusuz bu denge kaybında FETÖ, PKK, DEAŞ gibi terör örgütlerinin payı oldukça büyük. Suç çeşitlerinin ve suçluluk oranlarının artması, medyanın spesifik olayları sanki herkesi etkileyecek global bir tehdit gibi sunması risk algısını dönüştürmekte. Dahası dijital teknoloji ve internet her geçen gün mahremiyet algımızı yok ediyor. İnsanın en çok huzur ve güvende olması gereken evi artık sükûn verici mesken olma özelliğini kaybetmiş durumda. Tedbirli olmak ile kaygılı olmayı karıştırır olduk. Kuşkusuz tedbir ile kaygı arasında dengeli bir ilişki var, ancak bu ilişki günümüzde kaygı lehine bozulmuş durumda. Onun için tedbirli değil aşırı güvenlikli siteler yüksek fiyatlara satılıyor. Artık komşuluk ilişkilerimiz de gittikçe zayıflıyor. Gündelik gözlemlerimiz mutedil Müslümanların yardım etme davranışının çeşitli kaygılarla azaldığını göstermekte. Özellikle FETÖ'nün devlet yapısında ve Müslüman bilinçte açtığı tahribat risk toplumu algısını sürekli beslemekte.
Sıklıkla İslam'a sığınalım, gerçek Müslüman olalım, Müslümanca düşünelim gibi reçeteler sunuluyor. Bu öneriler kuşkusuz önemli. Ancak sormak lazım. Bu önerilerin hayata geçmesi için neler yapmak gerekir? Küresel risk toplumuna direnebilecek bir insan modeli nasıl inşa edilebilir? Aklı ve kalbi bölünmüş, dünya ve ahireti kesin hatlarla ayrışmış, tüketim kültürüne odaklanmış, hazlarına tutsak, kültürel genetiği deforme olmaya yüz tutmuş, ahlaki temelleri zayıf dinsellik üzerinden psikolojik dindarlıklara yenik düşmüş; kendine, sosyal çevresine ve Yaratıcısına yabancılaşmaya başlamış, güven duygusunu kaybetmiş, izm ve ideolojilerle aklı allak bullak olmuş, ümmet olmanın mana ve mefhumunu yitirmiş bir yapıya doğru maalesef hızla yol alıyoruz. Bu nedenle öncelikle Müslüman bilinci yaralayan Kartezyen felsefenin insan modelinden kurtulmak zorundayız. Din ile bilim, vahiy ile akıl, din ile ahlak, metafizik ile fizik, ahiret ile dünya, öz ile şekil başta olmak üzere her alanda vahdetin gerçekleştiği bir insan modeline ihtiyacımız var. Müslüman bilinci, vahdet temelli insan anlayışıyla yeniden inşa edemezsek, birkaç yüzyıl daha Batılı insan modellerinin peşine takılıp kalırız.
Prof. Dr. Asım Yapıcı Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi - Star