Tevhid inancının temel unsuru Allah'ın vahdaniyetini imanın temeli olarak kabul etmek ve insanın hayatını düzenleyen her hususun vahye dayalı olduğuna inanmaktır. Bu çerçevede iman şekillenince vahyen Cenab-ı Allah'tan gelen her emir ve nehyi itirazsız kabul edip kutsiyetine iman etmek zaruri bir hal olur. Tevhid inancının genel ilkeleri dahilindeki ibadetlerden önemli bir kısmı zaman ve mekana bağlıdır. İşte bu ibadetler zaman ve mekana bağlı olunca belli zaman ve mekanlar da bu ibadetlerin bir kısmını oluşturur ve dolayısıyla bazı zaman ve mekanlar ibadetlerin tamamlayıcı unsurları olarak kutsallık özelliğini kazanırlar. İslam'ın kutsal şehirlerinden biri olan Kudüs, Beytü'l-Makdis, Mukaddes Şehir, el-Kuds ve Kuds-i Şerif gibi isimlerle anılır.
Hz. Peygamber'i (sallallahu aleyhi ve sellem) tüm insanlığa gönderen Cenab-ı Allah yeryüzünün son mirasçılarını görevlendirerek, tevhid inancına sahip çıkmalarını, yeryüzünün bütün mukaddes mekânlarına mirasçı olmalarını istemişti. "Biz seni alemlere rahmet olarak gönderdik" buyuran Allah, Peygamberine bu tebliğ görevinin yanı sıra kutsal mekanların emanetini de tevdi' etmişti. İşte bu mukaddes mekanların hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi ve sellem) tevdi' edildikleri gün, İsra ve Miraç günü idi. Adeta Cenab-ı Allah bu mekanların yönetimini ona vermek üzere bir gece yürüyüşüyle Kudüs'e götürmüş ve bütün Peygamberlerle buluşturmuştu. Diğer peygamberlerle birlikte İsra ve Mirac gününde İsrailoğulları peygamberlerinin görev yaptıkları yerlerde hz. Muhammed'in (sallallahu aleyhi ve sellem), huzurunda buluşturmuş, hepsine imam olup onlara namaz kıldırması gerçeği, bütün peygamberlerin en üstünü ve önderleri olduğunu göstermektedir. Bu gecede bu merasimle Cenab-ı Allah emaneti ve kutsal mekanların nöbetinin bayrağını son peygamberine vermekle Mescid-i Aksa'nın ve etrafının, O'nun ve ümmetinin yönetimine bırakıldığını gösteriyordu. Resulullah Muhammed'in Mekke'den alınıp Kudüs'e bir gece yarısı götürülmesinin hikmeti bu olmalıdır. Yoksa miraç olayı Mekke'den de gerçekleşebilirdi. Allah onu katına Mekke'den de yükseltmeye Kadirdir. Ancak Kudüs'te, Mescid-i Aksa'da böyle bir buluşma ve birlikte ifa edilen böylesi bir ibadetin başka bir anlamı olmamalıdır. Bu bir devr-i teslim merasimi idi. Allah hz. İbrahim'in bir oğlu İsmail'in mirası olan Mekke ve çevresini onun torunu ve bölgenin sâkini ve mensubu sıfatıyla hz. Muhammed'e vermişti. Kudüs buluşması da hz.İbrahim'in diğer oğlu Ishak'ın mirası olan Kudüs ve çevresini de İsra gecesinde yine O'na hediye etti. İslam tarihinde ilk iki büyük mescidin inşa edildiği Mekke ve Kudüs şehirlerinin anahtarları bağırlarında bulundurdukları mescidleriyle beraber son nebi hz. Muhammed'e (sallallahu aleyhi ve sellem) bu şekilde teslim edilmiş ve kıyamete kadar onun ve ümmetinden salih kimselerin yönetimine verilmiştir.
Hz. Peygamber İsra olayından önce de Mekke devri boyunca ibadetlerini Kudüs'e doğru yönelerek yapmış, namazda Kudüs'teki Mescid-i Aksa'yı kıble edinmişti. Kudüs'ün Müslümanların ilk kıblesi olması onun İslam dini nazarındaki kutsallık ve önemini bariz bir şekilde göstermektedir. İlk kıble ve İsra ve Mirac'ın mekanı olan bu mukaddes şehir ve içindeki kutsal mescide verilen değer, İslam dininin önemli bir ilkesidir.
Böylelikle kutsal mekanları Salih kullar sahiplenirse kutsallıklarına paralel olarak korunurlar. Temennimiz İslam dünyasındaki uyanış ve direniş hareketlerinin gittikçe güç kazanması bu kutsal mekanların tekrar Allah'ın kendilerinden razı olduğu salih kulların eline geçmesidir. Bunun da ilk işaretlerinin görülmeye başlanmış olması bu ümidi daha da arttırmaktadır. İslam dünyasında ve özellikle Türkiye'de gittikçe güçlenen Müslümanlar bir gün mutlaka işgal altındaki bu toprakları kurtaracak ve yeniden Salih ve mü'minler yeryüzüne mirasçı olacaklardır.
Ama maalesef İslâm'ın mübarek ve kutsal Kabul ettiği ilk kıblemiz Mescid-i Aksa'yı yüreğinde taşıyan şehir 60 yıldır Yahudi işgali altında… Esir, boynu bükük, her gün şehitler veren, bağrında milyonlarca mağdur ve mazlum barındıran Filistin'in başkenti Kudüs…İslam dünyasının kanayan yarasının sürekli kan damlatan kalbi Kudüs… Bu şehrimiz tarihimiz boyunca defalarca saldırıya ve işgale maruz kalmıştır. Hz. Resül, Peygamberimiz Muhammed'den (s.a.v) İsra ve Miraç yadigarı olarak kalan ve Cenab-ı Allah'ın bu ümmete tevdi' ettiği kutsal şehir, İslamî fetihten sonraki tarih diliminde de iki kez esir düştü. Haçlılar beşinci/onbirinci yüzyılda bir dönem bu kutsal mekanı ele geçirdiler. Fakat bu işgal uzun sürmedi… Zira İslam ümmeti bu acıya dayanamadı, bu zilleti kabullenemedi. Bu mübarek şehrin işgalini ve esaretini bir asra yakın bir müddet kalbinde ızdırab taşıyarak sabırla yeniden fethetmeye azmetti ve bu azmini gerçekleştirdi. Ümmetin dava sahibi imanlı mensupları bu işgale karşı direnmeyi bir görev kabul ettiler. Nihayet Salahaddin el-Eyyubî gibi şanlı bir Müslüman kumandan bu şehrimizin işgalini ve esaretten kurtulması meselesini kendisine dert edindi. İşte bu günlerdi Ekim ayının ilk günlerinde Salahaddin Kudüs'ü fethederek ümmete hediye etmişti. Salahaddin tarafından Kudüs'ün yeniden fethedildiği günler öncesinde yaklaşık yarım asır süren heyecan dolu bir dönem yaşandı.
İşte o günlerde herkesin kalbi Kudüs için çarpıyordu. Şairler Kudüs için şiir yazıyorlardı. Marşlar Kudüs için çalınıyordu. Anneler bebeklerini uyutur ve avuturken Kudüs ninnileri ve marşları söylüyordu. Gençlerin ağzında hep Kudüs vardı. Kudüs'ün işgali zihinleri işgal ediyordu. Her dava sahibi Müslüman'ın kalbinde Kudüs taşınıyordu. Kalplere hâkim olan bu mübarek belde, orduları harekete geçiriyor, konferans ve toplantılar Kudüs için yapılıyordu. İlim adamları öğrencilerine, kumandanlar askerlerine hep Kudüs'ü hatırlatıyor ve esaretinin bitmesi gerektiğini zihinlerinde sürekli tutmalarını istiyorlardı. Kısaca her mü'min ve her Müslüman "ben Kudüs için ne yapabilirim?" sorusunu kendi kendine soracak duygu ve sorumluluğu taşır olmuştu. İlim adamları, devlet adamları, kumandanlar, askerler, esnaf ve tüccar, sanatkâr, âmir-memur, genç-ihtiyar, anneler babalar ve çocuklar herkes, herkes bu soruyu soruyor ve sorumluluktan kurtulmanın yollarını arıyordu. "Ben Kudüs için ne yapabilirim"
Buna bundan sonraki yazımızda devam edeceğiz…