İslâm toplumunda inanç, bilgi ve metod açısından meydana gelen belirgin değişimler neticesinde son derece kapsamlı, toplumu yönlendirici ve gerçekten harikulâde olaylar olarak telakki edilebilecek büyük hâdiseler meydana gelmiştir. Müslümanların altın çağları olarak nitelendirebileceğimiz Asr-ı Saâdet ve Dört Halife Devri siyasi yönden fevkalâde büyük gelişmeler katetmiş iken İslâm fetihlerinin ortaya çıkmasıyla ve İslâm'ın Hicaz bölgesinin dışına taşınması neticesinde İslâm egemenliğinin Orta Doğu ve Önasya'da, Kuzey Afrika, Güney İtalya, Sicilya ile Korsika adaları ve Endülüs'te yani bugünkü İspanya ve Portekiz'de, İber Yarımadası'nda yerleşmesinden sonra İslâm zengin inanç kalıplarını medeniyete dönüştürmüş, bu bölgelere yepyeni bir veçhe kazandırmıştır. Bu bir medeniyet intikali ve yenileşmesi idi. İnsanlığın ortaya koyduğu bazı medeni inkişaflar Müslümanlar tarafından en mükemmel şekli ile yeni bir veçhesine kavuşturulmuş ve geliştirilmiş idi. Medeniyetin bu şekilde yeni bir intikali kendine özgü bir zemin ve imkân hazırlamış olan diğer önceki intikallerden ayrı bir önem taşımaktadır. Hatta gösterdiği süreklilik bakımından çok daha üstündür. İslâm dünyasında herkesin önüne serilen bu medeniyet daha sonraları İslâm coğrafyasının dışına da taşmış ve özellikle Orta Çağ'ın akabinde Avrupa'yı medenileştirmiş ve İslam'ın altın çağları dönemleri olmuştur.
Medeniyetleri meydana getirmek konusunda insan aklının ürünü olan fikrî yapı ile bizzat aklî faaliyetlerde insanın güç ve kabiliyetlerini ortaya koymuştur. Medeniyetleri oluştururken bazı teorisyenlerin ileriye sürdükleri gibi başarının kaynağı sadece belirli bir teknik ve ilmi inkişaflar değildir. İnsanoğlunun vahiy çerçevesinde ve özellikle Müslüman için Kur'an'ın gölgesinde düşünmek suretiyle insan düşüncesini vahiyle yoğurarak yepyeni bir medeniyet şekli ortaya koymasıdır. Vahyin akıl ile mezcedilmesi neticesinde veya diğer bir tabirle vahyi tefekkür ederek insanlığın lehine yeni normlar ortaya koymak ve bunları insanlığın hayrına geliştirmek ancak mü'min bir aklın kârıdır. İnanç, bilgi ve aklın bir arada değerlendirilmesi birçok yeni gelişmelere zemin hazırlamıştır. Akıl vahiysiz hiçbir neticeye varamaz. Cenabı Allah'ın bir vergisi olarak akıl, vahyi düşünmek sureti ile insanlığa hayır getirebilecek her türlü inkişafı inanç çerçevesi içinde şekillendirebilir.
Kısaca İslam medeniyeti, inanç esaslı bir medeniyettir. Bu medeniyetin hareket noktası, ilahi kaynaklı vahiyden kaynaklanan inanç esaslarına dayalı olmasıdır. Bundan dolayı İslam medeniyeti, gökle yeryüzü arasındaki buluşmanın yegane yansımasıdır. Bazen farkında olmadan bilinçsizce tercihlerin sonunda itikadi köklerinden kısmen uzaklaşıp hedefe doğru ilerleyen hareket çizgisinin yabancılaşmasına yol açtığüı da olur.Fakat asıl yolundan kısmen de olsa uzaklaşmış olması halinde bile olsa yine de İslam Medeniyeti vahiy bilgi sayesinde her zaman yoluna ve yörüngesine dönebilen bir iman medeniyetidir.
Bu yüzdendir ki inancının belirlediği değerler manzumesi çerçevesinde hareket eder, bu ilkelerin dışına çıkmaz. İnancına olan bu bağlılığı, aynı zamanda onun medeniyet hareketinin davranış modelleri ve sonuçları karşısındaki tavrını ifade eder. Aynı şekilde o sonuçları, aslında amaç seviyesine yükseltmediğini veya kişisel çıkarlarına değil; ama insanın yüce imani hedeflerine hizmet için bir araç olarak kullandığını gösterir.
Tevhit öğretisi, bu medeniyetin oluşum gayesini temsil eden "Allah'tan başka İlah yoktur" (la ilahe illallah) ilke ve hedefinin bir yansımasıdır. Bu yüzden bu medeniyet ilk insandan beri vardı ve hep var olmaya devam edecektir. İslam medeniyeti çökmez, bitmez ve sona ermez sadece belli dönemlerde duraklama gösterir.
İslam medeniyeti, muharref bir din ya da pozitivist bir felsefeye dayanan başka herhangi bir medeniyetle karşılaştırıldığında inanca dayalı olan özelliği ile öne çıkacaktır. İslam medeniyeti, pösümüş ve yıkılmaya yüz tutmuş olan keşifler alanındaki beşerî faaliyetleri ve aydınlanmayı yeniden gerçekleştirecek olan medeniyettir. Zira yüce Allah'ın dünyada sorumlu kıldığı ve akıl verdiği halifesi olarak insanoğlu, temel görevini yerine getirme ve medeniyetteki ilerleyiş ve gelişmeleri tabii mecrasına akıtma fırsatını iman gücüyle yakalayacaktır. Böylece dünyayı imar edecek olan varlık da akıl sahibi kılınmış ve sorumluluk yüklenmiş olan mümin insandır diyebiliriz.
Sorumluluk bilinci ve tevhit öğretisi çerçevesinde hareket eden ve bilimsel araştırmalarını daha da ileriye taşıma hedefine sahip olan Müslüman bilgin, yaratılışındaki enerjiden kaynaklanan bir duygu ile inancına ve medeniyetine hizmeti temel bir görev olarak kabul eder. Bilgilerini ve elde etmeye çalıştığı verilerinin vahiyle uyumlu olacak şekilde olmasına dikkat eder.
İslam medeniyetinin diğer medeniyetlerden yararlanmaya çalıştığı durumlarda İslam'ın mümin ilim adamına kazandırdığı sağlam inanç, bu diğer medeniyetlerden gelebilecek tevhid'e aykırı veriler ve ürünler için bir süzgeç görevini görür. Bu dev süzgeç İslam inancına aykırı olan verileri süzüp dışarı atar. Böylece İslam medeniyetinin kendini daha mükemmel bir şekilde geliştirmesine imkân sağlar. İslam'ın dışındaki diğer medeniyetler, tevhid inancından uzak paganist bir anlayışa sahip olup ulvi değerlerden yoksundur. Onun için pörsümüş olan beşeri ahlaki ilkeleri ihya edemezler.
***
Tarih İslâm medeniyetinin harikulâde inkişafları ile doludur. İslâm; insanlığa getirmiş olduğu bu yenilikler ve insanlık hayrına oluşturduğu bakış açısı zaman ve mekan planında gerçekleşmiş, bununla birlikte ruh, kalp, vicdan ve aklı adeta yeniden şekillendirmiştir. İslâm Medeniyeti şayet bütün bunları mezcetmemiş olsaydı belki İslâm'ı ilk doğduğu bölge olan Arap Yarımadası'nın insanı olarak İslâm öncesi câhiliyye düşünce ve anlayışla yetinecek ve ilkel bir toplum olarak varlığını bir müddet daha sürdürebilecekti. Ama İslâm düşüncesi ile meydana gelen o mükemmel değişiklik ve değişimlerin sağladığı büyük başarılar İslâm kültür ve medeniyetinin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bir taraftan bu medeniyeti zenginleştirip büyük bir izzete kavuşturmak, diğer taraftan da ortaya konan o ürünleri insanlığın hizmetine sunacak şekilde geliştirmekle bütün insanlığın yararlanacağı bir medeniyet oluşturulmuştur.
İslâm medeniyetinin en önemli özelliği kendisinden önce hangi alanda olursa olsun yapılmış çalışmaları elinin tersi ile bir tarafa itmeden ilkel dahi olsa bunları ele almış ve kendisinden önceki medeniyetlerin yaptığı ilerlemeleri ve inkişafları adeta vahyin ışığında ve İslâm inanç ve düşüncesi ile paralellik arz edecek şekilde yeniden yoğurmuş ve bu çalışmalara saygı duyarak onları geliştirmiş olmasıdır. Çünkü böyle davranması inancının gereği idi. Daha evvel gelip geçmiş peygamberlerin kavimleri bu gelişmeleri ortaya koymuşlardı ve İslâm Rasulullah'tan (s.) önceki peygamberlerin getirmiş olduğu yine vahye dayalı inançların bir devamı olduğundan dolayı bu medeniyetleri ve insanlık hayrına ortaya konmuş her türlü çalışmayı yeniden ele alarak şekillendirmiştir. Bu şekillendirme tıp, astronomi, mantık, matematik, geometri ve diğer pek çok alanda gerçekleşmiş, Müslümanlar kendi dönemlerinde belki daha önceki çalışmaları binlere katlayacak şekilde yeni inkişaflarla, yeni usullerle ortaya koymuşlardır. Bu yeni inanç kendisinden önceki bütün medeniyetlere karşı adeta dostluk elini uzatarak vahiy çerçevesi içerisinde aklın aradığı ve mantığın da kabul ettiği hikmeti ihtiva eden bütün verileri benimsemiştir. Çünkü İslâm'a göre "hikmet mü'minin yitiğidir, onu bulduğu yerde alır". Müslümanlar işte bu hikmetleri buldukları yerlerde almışlar ancak ifade ettiğimiz şekilde binlerce kat daha da geliştirmek suretiyle insanlığın hizmetine sunmuşlardır.
Ancak İslâm medeniyeti kendisinden evvelki bu çalışmaları reddetmemekle birlikte olduğu gibi de kabullenmemiştir. İslâm medeniyeti kendisinden evvelki bilimsel çalışmaları ele alarak kendi metoduna göre tevhid inancı süzgecinden geçirmek sureti ile son derece hassas ve âdil ölçüler kullanarak tevhid inancına aykırı yönlerini bertaraf etmiş insanlığa zarar verebilecek her türlü tortuyu ayıklayarak yeniden şekillendirmiştir. İster İslâmi bir görüş olsun, ister tevhîde aykırı olsun, ister daha önceki peygamberlere tabi olan mü'minlerin çalışma ve buluşları olsun, isterse paganist ve inkarcıların ortaya koydukları ürünler olsun beşere mal olmuş olan bütün bu medeniyetlere kucağını açan İslâm Medeniyeti adeta bir dost eli ile bu verileri ve ürünleri ele alırken İslâm'ın ruhuna, tevhîd inancına, insanlığın tabiatına ve beşerin fıtratına uymayan bütün tortularını iyi bir süzgeçten geçirdikten sonra kendi medeniyetinin sınırlarını belirlemiş ve bütün bu tortuları bu yeni medeniyetin dışında bırakmıştır.
İslâm' dan önce Grek, Roma, Çin, Hind, Pers, Türk ve Bizans medeniyetleri, aynı zamanda Müslümanların ortaya çıktığı coğrafyada daha evvel yaşamış olan Ârâmî, Nabâti, Sümer, Akad, Asur ve Fenikelilerin ortaya koymuş olduğu Afrika, Asya ve Mezopotamya medeniyetlerinin eserleri İslâm süzgecinden geçirilmiştir. İslâm Medeniyeti bütün bu saydığımız medeniyetlerden belirli oranlarda istifade etmiş, onlardan alacağını almış ve yukarıda ifade ettiğimiz ölçülere uymayanları kendi ilim disiplinin dışında bırakmıştır. İslâm Medeniyeti ve düşüncesi bütün bu medeniyetlerle ilişki haline geçtiğinde kendisine yarayacak ve İslâm Medeniyetini zenginleştirecek her şeyi ele almış, zarar getirecek olan bütün düşünce ve bilimsel inkişafları terk etmiştir. İslâm Medeniyeti kendinden önceki medeniyetlerin ürünlerini körü körüne almayı kabullenmemiş, İslâm'ın mensuplarına vahyin kaynağından sulanan inanç ve akıl ile yoğrulmuş yeni bir medeniyet sunmayı hedeflemiştir.
Prof. Dr. Ahmet Ağırakça