Arama

Prof. Dr. Ahmet Ağırakça
Temmuz 30, 2017
Yardımcı Doçentlik Meselesi

Üniversitelerin, eğitim-öğretim, araştırma-geliştirme, buluş, inkişaf-keşif, icad ve fikir üretme kurumları oldukları malumdur. Ancak medeniyetlerin ortaya çıkıp gelişmesi uzun asırlarla gerçekleşir. Her medeniyet için söz konusu olan inancın, düşüncenin ve felsefi yorumun ortaya çıkması bir tohum mesabesinde olup ilk yüz yılda bir başlangıç yaşanır, ikinci yüz yılda hızlı ilmi gelişmeler ve düşünce ekolleri ortaya çıkar. Üçüncü yüzyılda ise keşifler ve ciddi buluşlar yarışmaya başlar ve en büyük dev telif eserler bu dönemde yazılır. Dördüncü yüz yıl ise diğer medeniyetlerle kıyaslamalar, karşılaştırmalar ve yarış dönemidir. Beşinci yüz yıl ise zirveye tırmanış olup en mükemmel verilerin ortaya çıktığı dönemdir. Bu zirve dönem ise o medeniyetin ismini şekillendirir.

İslam medeniyeti de, kendisinden önceki Grek, Mısır ve Çin medeniyetlerinde görülen gelişmelerin benzerini yaşamış ve ilk dört yüz yılını ifade etiğimiz dönemleriyle geçirdikten sonra hicri beşinci yüzyıla geldiğinde astronomi, kimya, fizik, matematik, biyoloji, zooloji, ziraat ve tıp alanlarında dünya ilimler tarihini altüst edecek ve o güne kadar bilinmeyen birçok bilgiyi ortaya koyarak "İslam Medeniyeti" adını dünya medeniyetler tarihine altın harflerle yazdırmıştır. Hicri altıncı - onuncu asırlar arası dönemde Endülüs, Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin bu medeniyetin ürünlerini kullanma ve koruma dönemleri olmuştu. On bir ve on ikici asırlar duraklama devri, on üçüncü asır inhitat asrı oldu. On dördüncü asır ise yeniden diriliş ve İslam Medeniyetini yeniden ihya dönemi olarak yaşatılmaya başlanan dönemdir.

İslam ümmeti bu son yüzyılında uykusundan uyanan dev gibi kaybettiği medeniyetin yeniden ihyası ve keşfi için zihin ve alın terlemeleri yaşıyor. İlk elli yıl uyanış dönemi olarak geçirildi. İkinci elli yıl ise yeniden ihya hareketlerinin canlanmaya başladığı elli yıl oldu. 1967 de Siyonistlerin Kudüs'ü işgalleriyle tam elli yıl önce İslam dünyasında kıpırdamakta olan İslami hareketlerin pratikte yeniden uyanma ve uyandırma dönemi olarak bizim nesillerin yaşadığı dönem oldu.

İşte bu dönemde İslam dünyasında yeniden İslam Medeniyetine ve ilmi hayatına dönüş hareketleriyle birlikte binlerce sayıda telif eser ortaya çıktı. Binlerce doktora tezi, geleneğimizi ihya eden dev eserlerin yeniden şerh ve yorumları, Arapça'dan Türkçe, Farsça ve Urduca'ya çeviriler zirveye doğru tırmanırken inanılmaz ciddi eserler yeniden telif dünyasına kazandırıldı. İslam dünyasının özellikle Türkiye, İran, Mısır, Pakistan, Malezya, savaştan önce Irak ve Suriye, Ürdün, Hindistan ve kuzey Afrika'da büyük gelişmelerle muazzam bir telif ve tercüme hareketleri aynen ikinci asırda Beytü'l-Hikme'yi ortaya çıkaran şartlar yaşanmakta ve bir zemin oluşturmaktadır. Bu uyanışı ve silkinmeyi Batı Haçlı dünyası hissedip görünce sinsice saldırılarına ve bu gelişmelerin önüne geçmeye çalışmaktadır. İşte bundan dolayı İslam ümmeti olarak doğru yolda olduğumuzu unutmayalım. Savaş ve mücadeleyi batılılar bizi engellemek için çıkartmaktadırlar. Ama asla yola çıktığımız bu yolculuğu bırakmayacak sürdüreceğiz. İslam dünyasının her yerinde bu çalışma ve telif, tercüme ve yorum hareketleri devam ederken Türkiye'de aynı hızda çalışmaların sürdüğünü söylememizi sakın kimse yadırgamaya kalkışmasın, bu yeniden ihya hareketine düşmanlık etmiş olur. Biz bardağın yarısından fazlasını dolu görüyoruz.

Türkiye'deki ilmi çalışmaların, bir yandan Tübitak diğer yandan üniversitelerimizin bu telif ve tercüme hareketlerine birçok ilmi veriyi katmalarıyla alabildiğine önemli ürünler ortaya çıkardıklarına inanıyorum. Medeniyet tarihine bir göz attığımız zaman bu son elli yılımızın hicri ilk yüz yıla çok benzediğini ve ilk telif çalışmalarını ortaya koyduğunu görüyorum. Üniversitelerimizde idari ve bilimsel birçok eksiklikler vardır, maddi sıkıntılarımız ve yatırım ihtiyaçlarımız alabildiğine fazladır. Ama ne olursa olsun yolumuza devam etmemiz de zaruri ve kaçınılmazdır.

Geçtiğimiz hafta sayın Cumhurbaşkanımızın himayelerinde Ankara'da Külliyede İslam Dünyası Üniversiteleri Rektörler Forumu'nda bulunduğumuz açılış töreninde bir konu ortaya çıktı. Sayın Cumhurbaşkanı, daha evvel sıkıntılarını zaman zaman dile getirdiğimiz ve yeniden düzenlenmesi gerektiğine inandığımız Yardımcı doçentliğin ne işe yaradığını ve kaldırılmasını teklif etmeleri bizi bir hayli düşündürdü. Tartışılabilir bir konu olarak ele alınması mümkündür. Esas olan ilmi verimliliktir. Üniversitelerimizde bu ilmi çalışmalar yapıldıktan sonra bu akademik unvanın olup olmaması çok önemli değildir. YÖK'ün kurulmasında önce 1750 sayılı kanunla düzenlenen akademik unvanlar arasında Yard. Doç. unvanı mevcut değildi. Asistan, Dr. Asistan, Doçent ve Profesör unvanları vardı. YÖK kanunuyla birlikte araya bir yardımcı doçentlik payesi sıkıştırılmıştı. Bugünkü 2547 sayılı YÖK yasasında yapılacak değişikliklerle yeni bir düzenleme mümkündür. Ancak bugün cari olan söz konusu YÖK yasasına göre gelişen ve yeni kurulan üniversitelerimizdeki sistem neredeyse özellikle 2007'den sonra kurulan üniversitelerimizde program açma şartı tamamen yardımcı doçentlerin varlığını gerektirmektedir. Yeni üniversitelerde yeni program açmak için üç yerli öğretim üyesinin şart koşulması 2547 sayılı yasa ile düzenlenmiştir. Bu da aslında çoğu zaman rektörler olarak çalışmalarımızı, üniversitelerimizi büyütme ve geliştirmemizi ve öğrenci alımını alabildiğine zorlaştırmaktadır. Yardımcı doçentler aynen her meslekte var olan ara elemanlar gibidir. Yardımcı doçentlik, üniversitelerde program açma konusunda büyük kolaylık sağladığı gibi akademik ilerlemelerde doçentlik ve profesörlük ilmi payelerine bir hazırlık dönemi yaşatmakta ve öğretim üyesini olgunlaştırma ve tecrübe sahibi kılma dönemi olarak ele alınmalıdır. Bu dönem öğretim üyelerinin adeta ilmi mutfağı tanıma ve kendilerini yetiştirme dönemi olarak görülmelidir. 1982'den bugüne kadar 35 yıldır gerektiği halde bu konuda pek fazla bir değişiklik olmadığını biliyoruz.

Akademik yükseltmelerde bir ara dönem olarak bunun kaldırılması değil, ıslah edilmesi gerektiğine inanıyorum. En sıkıntılı yanı doktoradan sonra çalışmayan, az da olsa bir grup öğretim üyemizin burada çakılıp kalmalarıdır. Çalışmayı ihmal eden ve doçentliğe hazırlanmayanların bu akademik kademede gereğinden fazla bekleme imkânına sahip kılınmaları yanlıştır. Bunu yıllardır dile getiriyoruz. Üniversiteler arası kurulda iki yıl önce dile getirmiş ve bunun en fazla iki dönemle sınırlandırılmasını teklif etmiştik. Şimdi bunun sayın Cumhurbaşkanımız tarafından dile getirilmişken öğretim üyelerimizin orada takılıp, Yard. Doç olarak emekli olmalarını önlemek maksadıyla kesinlikle doktoradan sonra belli kriterlerle tayin edilmeleri ve iki dönemden fazla sözleşmelerinin uzatılmaması gerekir. Doktorasını bitiren elemanlara yeni üniversitelerimizde büyük ihtiyaç vardır. Bu akademik kademe kaldırılıp da doçent olmalarını beklersek ihtiyaçlarımızı karşılayamaz duruma düşeceğimiz gibi, doçent olmalarını beklememiz halinde de çok vakit kaybederiz.

2007 sonrasında kurulan özellikle Doğu ve Güneydoğu üniversitelerimizde öğretim üyesine olan ihtiyaçtan dolayı bu akademik kademenin ıslah edilerek iki dönemle sınırlandırılmasının daha yararlı olacağını ön görmek gerekir. Doçentliğe yükseltilirken de akademik düzey ve şartlardan asla taviz verilmemesi zaruridir. Hatta şartların daha da ağırlaştırılması, daha çok telif makale ve kitap şartının aranması düşünülebilir. İlmi hayatımızı ve telif çalışmalarımızı bu şekilde geliştirmemiz, söz konusu ettiğimiz medeniyet hamlemizin hızlanmasına katkıda bulunur.

Kısaca yardımcı doçentlerimiz için yapılacak düzenlemede ilk tayinlerinden sonra en fazla dört yıl içinde doçentliğe başvurmaları şartını getirerek, onları bu dört yılda öğretim üyeliği tecrübesine sahip kıldıktan sonra bu ara dönemi kısaltmış oluruz ve doçentliğe daha hızlı hazırlanmalarını sağlamış oluruz. Bu da yeni gelişmekte olan üniversitelerimiz açısından büyük bir verimlilik sağlayacaktır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN