Herkes zaten 'Kuran-ı Kerim Müslümanı'dır! İlahi kitap olmasaydı Allah'ın varlığını bilebilir, ahlaki değerleri tespit edebilir, fakat maksadı 'ilahi rıza' olan Müslümanlıkla müşerref olamazdık. Bu kesin olguya rağmen tabirin sünnet/gelenek-ilahi kitap ilişkisini tezat ilişkisi gibi ele alarak sünneti İslam öncesi ve sonrası tarihin ve geleneğin parçası kabul eden ideolojik tutumlarda gündeme gelmesi insanı şaşırtır. 'Kuran-ı Kerim İslam'ı' veya Müslümanlığı bu ideolojik tutumda gelenek ve tarihin yükünden 'arındırılmış' Müslümanlık anlamına gelerek fazla iddia ve bir o kadar hoyrat üslubu barındırır. 'İddia' diyoruz, çünkü din algısı üzerindeki gelenek ve tarih yükünü itham ederken nasıl olduğunu pek fark etmediğimiz bir sıçramayla sünnet ile ilahi kitap arasında tezadı yerleştirir; 'hoyratça' diyoruz, çünkü hiçbir zaman görüşünü anlatmak üzere uzun soluklu bir tahlil zahmetine katlanmaz.
İslam kitap merkezli bir dindir: İslam Hristiyanlık gibi Hz. İsa merkezli olmadığı gibi Yahudilik gibi seçilmiş kavim fikrine de yer vermez. Hristiyanlıkta ortaya çıkan teolojik sorunlar Hz. İsa üzerindeki tartışmalarla ilgiliyken İslam'da Hz. Peygamber hiç bir zaman merkez kabul edilmedi. 'Muhammedilik' bu nedenle asıl bir niteleme olarak İslam'ı anlatmamıştır. Nübüvvet ilahi haberi getirmek, haberi yorumlamak ve öğretmek, insanları bu bilgi dahilinde terbiye ve tezkiyeyle sınırlı ilahi görevden öteye geçemezdi. İslam'da nazari düşünce, ilahi kitap eksenindeki tartışmalarda şekillendi. Bu tartışmalar insanın Tanrı bilgisi meselesi üzerine kurularak dini düşünceyi şekillendirdi. Her zaman ana konu ilahi kitap oldu. İslam için kelimenin her anlamıyla 'kitabi din' tabirini kullanmak gerekir; bunu 'dört ilahi kitap' ve 'yüz sahife' anlayışında zikredilen kitabilik ile karıştırmamak lazımdır.
Modern dönemlerde şahit olduğumuz Kuran esaslı dini yorum, ilahi kitabın farklı dillere çevrilmesiyle birlikte ulemayı paranteze alarak, bireysel dini yorumculuğun önünü açarken tarihin yükünden kurtulmayı hedefledi. Bununla birlikte Hristiyanlıkta ortaya çıkan yenilenme çabaları gibi bir etkiye de yol açmadı bu yaklaşım. Orada kutsal kitabın farklı dillere çevrilmesinin ana meselesi, bireysel yorumun imkanlarını aramak kadar, Kilise'nin otoritesinin dışında dini hayatın imkanlarını zorlamaktı. Bu nedenle kitabın çevrilmesinin siyasi-sosyal bir karşılığı vardı. İslam'da iş böyle değildi: çünkü İslam'ın kilisesi yoktu ve bu nedenle ilahi kitaba yönelmek ve 'ulema' otoritesini aşmak iddiası, hiçbir zaman inandırıcı etki sağlamadı. Kimse kitabı ve onun yorum hakkını elinde tutmuyordu ki? Bununla birlikte Kur'an'a yönelmeyi savunanlar, kiliseye benzer bir 'ulema sınıfı' (!) farz ederek, ilahi kitabı onların elinden kurtarmak, birey ile Allah arasındaki 'aracılara' son vermeyi savundu. Kuran-ı Kerim'e dönme iddiası bu nedenle işin başında tarihsel bir hata hatta tahrifle malul kaldı. Kanaatimce 'Kuran-ı Kerim'e dönmeliyiz' iddiasının en önemli yanılgı noktalarından birisi, selefle ilgili haksız ithamı idi: Müslüman alimler hep Kuran'a dönmüştü; onların ilahi Kitaptan başka öncelikleri yoktu.
Öte yandan bu tavır, yöntem açısından ciddi çelişkiyle malul idi. Kuran-ı Kerim'e dönmek hadislerle ilgili bir perspektif geliştirmeyi iktiza ediyordu. Bu yaklaşım derin bir perspektif ortaya koymak yerine sorunu küçümseyerek meseleyi sadece 'sıhhat' sorunu üzerinde odakladı. Hadisin sıhhati hakkında her zaman büyük tartışmalar olageldi. Hadisin sübutu üzerindeki kuşkular, hadis ilminin meselelerini teşkil eder; hadis ilmi bu nedenle vardır. Fakat buradan hareketle 'rivayet'i bilgiye ulaşmada bütünüyle malul saymak gerçekçi ve insaflı bir yol değildi. Her şeyden önce ilahi kitabın bize gelişi bir gelenek dahilinde mümkün olabilirdi. Kitabın okunması, kelimelerin birinci-ikinci anlamları, ayetlerin gelişiyle ilgili zikredilen sebepler, kısaca bağlam: Ortada bir tarih boşluğu yoktu ki o boşluktan geçerek ilahi kitapla 'yalın' ve 'boş bir zihin ile' yüzleşelim. Ne bizimiz zihnimiz boş olabilirdi ne ilahi kitap 'tabula rasa' idi. Bu nedenle bir metin olarak sadece Kuran-ı Kerim'i okumak, mümkün bir iddia değildi. Metin bir tarihe ve zemine gelmiş, o tarih ve zemin her defasında yoruma eşlik ederek varlığını muhafaza ediyordu. Bu itibarla her ciddi okuma teşebbüsü tarih ve gelenek 'yükünü' taşıyacak, görünür ve görünmez etkileriyle okuma faaliyeti gelenekçe şekillendirilecekti. Biz henüz okuma faaliyetine yönelmeden ilahi metni 'okumuş-duymuş' bir zihinsel arka plana sahiptik.
Meselenin başka bir yönü ise hadislere yönelik eleştirilerdeki tutarsızlıklardı. Rivayeti bu kadar başarısız bir aktarım yöntemi saymak ve insanların hakikati sürekli tahrif edeceğini ve hatta istismar edeceğini düşünmek gerçekçi değildir. Neden insanlar hakikati sürekli tahrif etsin ki? Bütün insanlar böyleyse metni şimdi okuyan zihin de 'istismar' ve tahrife devam ediyor demektir. İmam Gazali hakikati arama yöntemleri üzerinde konuşurken şöyle der: 'Herkes yanılmış olamaz ki?' Hadise ve din bilimleri geleneğine yönelik kuşkuculuğun en zayıf halkası burada ortaya çıkıyor: Birileri sürekli yanıltmak, tahrif etmek için tetikte bekliyor düşüncesi bir tür paranoyaya dönüşüyor.
Aslında sorun hadislerin sıhhati meselesinde odaklanmak yerine hadisin yorumunda odaklanmalıydı. Bu sorun gerçek ve bilimsel bir sorundur; din bilimlerinin ortaya çıkışındaki ikinci büyük mesele hadisin anlamı ve yorumu sorunudur. Günümüzde kısmen unutulmuş olsa bile, fıkıh ve hadis arasında ciddi tartışmalar olmuş, ehl-i hadis ve ehl-i rey (akılcılar) ayrışmalar, dini düşüncedeki en ciddi kırılma alanı olmuştu. Günümüzde Kuran-ı Kerim ve hadis üzerinden yapılan tartışmalara bakınca iki ciddi sorun görmek mümkün: Birincisi hadisi ve sünneti savunanların hamaseti ana sorunu kavramayı göz ardı ediyor. Günümüzde mesele doğru ortaya konulmamış olsa bile, ana mesele hadisin sıhhat veya zafiyeti meselesi değil, yorum ve delalet sorunudur. İkinci mesele ise Kuran-ı Kerim'den hareket edenler kitabın 'açık' olduğunu söylüyor fakat bunu izah edemiyorlar. Nasıl oluyor da 'açık' ve anlaşılır kitabı savunurken tekrar 'mealci ulema' sınıfı ortaya çıkabiliyor? Kuran-ı Kerim tek başına anlaşılır mı anlaşılmaz mı? Sorunun cevabını henüz veremediler.