Müslümanların Ramazan orucu farz olmadan önce oruç tuttukları Muharrem ayına eriştik, hamd olsun.
Ramazandan sonraki en faziletli orucun tutulduğu Muharrem ayına eriştik, hamd olsun.
Peygamber efendimizin 9-11 Muharrem günlerinde yani bu sene 28-29 ve 30 Ağustos tarihlerine tekabül eden günlerde oruç tutmamızı tavsiye ettiği aya girdik, hamdolsun.
Müslümanların traş olmadıkları, çamaşır değiştirmedikleri, yıkanmadıkları, cinsi münasebette bulunmadıkları, sofralarına su koymadıkları, eğlenceden uzak durdukları günlere girdik, hamd olsun.
Ağıtlar yakılıp mersiyelerin söylendiği Fuzuli'nin Hadikatü's-Süedâ'sı gibi eserlerin okunduğu, tekkelerde ve camilerde muharremiye denilen Kerbela vakasına dair yazılan ilahilerin inşâd edildiği aya eriştik, hamd olsun.
Bu ay bizim için çok değerli ve anlamlı. Çünkü Fuzuli merhumun veciz bir şekilde ifade ettiği gibi Kerbela çölünde olanları tekrar tekrar hatırlamak büyük-küçük, okumuş-okumamış olanlar arasında çok kıymetli bir şeydir ve bu olayı anlatan eser yazmak yazarları için şeref ve izzet vesilesidir.
Tekrâr-ı zikr-i vâkıa-i deşt-i Kerbelâ
Makbûl-i hâs u âm u sıgār ü kibârdır
Takrîr edenlere sebeb-i izz ü ihtişam
Tahrîr edenlere şeref-i rûzigârdır
Mersiyeleri, maktelleri dinleyip Hz. Peygamber'in gözümün nuru dediği torunlarına yapılanlara derinden bir ah çekmek, üzülmek günah harmanlarımızı yakarak bizleri temizler.
Yâd et Fuzûlî Âl-i abâ hâlin eyle âh
Kim berk-ı âh ile yakılır hırmen-i günâh
Hz. Hüseyin'e ve Müslümanlara yapılanlar karşısında inlemek, üzülmek, âl-i âbâ muhipleri için günahlarının bağışlanmasına vesile olur.
İnlemek âl-i nebî vü müslümâna şüphesiz
Bende-i Âl-i abâ'ya mûcib-i gufrân olur"
Atalarımız böyle düşündükleri için Hz. Hüseyin'in şehit edilmesi olayını konu edinen sayısız mersiye, maktel ve şiirler yazmışlar. Bunlar arasında benim farklı ve özel bulduğum metinlerden biri Sinan Paşa'ya (ö. 1486) ait olanı.
Sinan Paşa'nın Tazarruname'si
Sinan Paşa'nın, Osmanlı dönemi Türkçe mensur metinlerin en başarılılarından olan Tazarruname'sinde Hz. Hüseyin'in şehadetinin anlatıldığı bölümü bu ayın hürmetine ve atalarımızın adetine uyarak değerli hocam Prof. Dr. Mertol Tulum'un neşrinden alarak paylaşıyorum.
Önce dönemin Türkçesinin zevkine varmak için aslı daha sonra anlamak için de günümüz diline aktarılmış hali. Buyurun.
Nat-ı Emîrü'l-Mü'minîn Hüseyin
İkincisi seyyidü'b-nü's-seyyid, ebi's-sâdeti'l-kirâm; imâmü'bnü imâm, ebü'l-eimmeti'l-izâm; ecved-i âl-i Nebî, ve eşca'-i evlâd-i Mustafevî;
Cemîlü'z-zât, kerîmü's-sıfât; makbûlü'l-ahlâkı ve'l-hasâil, marziyyü'l-evsâfi ve'ş-şemâil; mahbûbü kulûbi'l-ârifîn, matlûbü nüfûsi'l-âşıkîn; seyyidü's-sâdât ve mecmau's-sa'âdât;
Nûr-i hadeka-i âl-i Ahmed ve nevr-i hadîka-i bâğ-i Muhammed; gül-i gülzâr-i safâ, nûr-i dîde-i Mustafâ; sâhibü'l-kubbeti'l-hamrâi fi'l-cenne, seyyidü'ş-şühedâi bi-icmâi ehli's-sünne, eş-şehîdü't-tayyib, mecma'u't-tarâik ve menbau'l-meşârib, Ebü Abdullah Hüseyni'bnü Aliyyi'bni Ebî Tâlib ravvaha'llâhü rûhahû ve zîde fütûhahû.
Ol ol Hüseyin'dir ki ol dahı kardeşi gibi Peygamber'in koynunda koltuğunda ve arkasında kucağında büyüyüp sarây-i risâlette ve hâne-i celâlette ulalmış idi.
Ahlâk-i hasene ve sıfât-i müstahsene, mekârim-i fezâil ve mehâsin-i şemâil ile ârâste ve müzeyyen idi. Sehâvet cevherinin kânı idi ve kerem bahrinin ummânı idi. Siyâdet tahtının sultânı idi ve saâdet bahtınun kâmurânı idi.
Tehzîb-i ahlâk etmiş idi ve tebdîl-i sıfât eylemiş idi. İlm-i şerîatte deryâ idi ve maârif-i tarîkatte pîşvâ idi. Bahr-i tevhîdde sâbih idi, ve cihân-i tefrîdde sâyih idi. Fenâ deryâsında gark olmuş idi ve tecelliyât envârına müstağrak olmuş idi. Dokuz eimme-i kirâmın nesebi ondan idi ve cemî-i sâdât-i izâmın intisâbı ona idi.
Zamânında hilâfet onun idi; hatâ muhâlefet edenin idi. İmârete o müstehik idi ve o da'vâda muhikk idi. Onun ictihâdı onda idi ve âlemin salâhı bunda idi ki halîfe o ola; cihânı adl ile doldura. Vâkı' dahı öyle idi; gereklisi böyle idi. Kâtilleri tâğî idi; âsî olan bâğî idi. Ceddi dahı bilmiş idi; işbu sözü demiş idi ki:
"Bir yer var behiştte, gâyette yüce, erişmez oğlum ona şehîd olmayınca."
O uçtan âhır şehâdet müyesser oldu ve icmâ ile o saâdet müyesser oldu.
Hak Taâlâ onun neslini ve silsilesini kâim edip evlâd-i kirâmının mekrümâtı âsârının berekâtı ile ve ebnâ-yi sâdâtının saâdâtı envârının izâatı ile cihân içini ma'mûr ve âlem yüzünü pür-nûr, nizâm-i şerîati müntazım ve erbâb-i tarîkati muğtenim kıla.
Günümüz diliyle söyleyiş
İkincisi seyyid oğlu seyyid, büyük seyyidlerin babası; imam oğlu imam, büyük imamların atası; Nebi'nin en eli açık tok gözlüsü ve Mustafa neslinden çocukların en pek gözlüsü;
Kendi güzel, nitelikleri dünyaya bedel; tutum ve davranışları beğenilen, vasıfları ve huyları sevilen; âriflerin kalplerinin sevgi duyduğu, âşıkların özlerinin ilgi duyduğu; soyundan seyyit sızan göz, yüceliklerin biriktiği öz; Ahmed'den doğan soyun göz bebeği ve Muhammed'e ait bağ içindeki çiçekliğin çiçeği; duruluk güllüğünün gülü, Mustafa'nın gözünün nuru; cennette kırmızı kubbenin sahibi, sünnet ehlinin görüş birliğiyle şehitler seyyidi; güzel şehit, bir soyu pak, tarikatlerin çıktığı göz ve bütün meşreplere kaynak; Ebu Talib'in oğlu Ali'nin oğlu, Abdullah'ın babası Hüseyin, bir yüzü ak. Allah ruhunu rahatlatsın ve fetihlerini arttırsın.
O o Hüseyin'dir ki, o da kardeşi gibi Peygamber'in koynunda koltuğunda ve arkasında kucağında büyüyüp resullük sarayında ve ululuk yuvasında serpilmişti.
Güzel tutum ve davranışlar ve övgüye değer nitelikler; herkesçe beğenilir huylar, görünüşçe göz alıcı ayrıcalıklar ile donanıp bezenmişti.
Cömertlik cevherinin ocağıydı, ahilik denizinin enginiydi. Seyyidlik tahtının sultanıydı, mutluluk bahtının bahtiyarıydı. Huylarını güzelleştirmişti, niteliklerini iyileştirmişti.
Şeriat ilminde derya idi, tarikat marifetlerinde yekta idi. Tevhid denizinde yüzerdi; tefrid cihanında gezerdi. Yokluk denizine batmıştı; tecelli nurları içinde kaybolmuştu. Dokuz namlı imamın soyu ona ulaşırdı; bütün büyük seyyidlerin bağı ona bağlanırdı.
Zamanında halifelik onundu; yanlış, karşı çıkanındı. Emirlik onun hakkıydı; o davada haklı olan oydu. Onun görüşü o yoldaydı; dünyanın dirliği şundaydı ki halife kendi olmalıydı; cihanı adaletle doldurmalıydı. Gerçek de öyleydi; gereklisi böyleydi.
Katilleri zorba ve yolsuzdu; baş kaldıran haksızdı. Dedesi de bilmişti; şu sözü demişti:
"Bir yer var cennette, son derece yüce; erişmez oğlum ona, şehit olmayınca."
O yüzden sonunda şehitlik mertebesine erişti; görüş birliğiyle böyle bir mutluluğa ulaştı. Hak Taâlâ onun soyunu ve soy zincirini sürekli kılıp şanlı çocuklarının iyi işlerinin esintilerinin bereketleriyle ve seyyidlerinin çocuklarının kutluluk ışıklarının aydınlıklarıyla cihanın içini aydın ve bayındır ve âlemin yüzünü ışıl ışıl ışır, şeriat düzenini düzgün ve tarikat erlerini sırca zengin kılsın.
Bize de bu güzel duaya amin demek düşüyor. Amin, amin, amin.