Sözü hepiniz duymuşsunuz ve Mevlana'ya ait olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Bu söz insanlar için söylenir ancak ben sadece bireyleri değil tüzel kurum ve kuruluşlar için de anlamlı olduğunu da söyleyebilirim.
Akreditasyon ve kalite uzmanı arkadaşlarımızın hoşgörüsüne sığınarak kaliteyi de biraz bu söz ile tarif edilebileceğimizi düşünüyorum. Kalite, bir kurumun kendini tarif etmesi, bir kalite ajansının da gelip kurumun kendini anlattığı gibi olup olmadığını kontrol etmesi değil midir? Öyle ise bu şekilde neden tarif edemeyelim?
Konuyu biraz daha somutlaştırayım ve konuyu üniversitelere getireyim müsaadenizle.
Malum YÖK, her sene Üniversite İzleme ve Değerlendirme Genel Raporu'nu yayınlıyor. Adeta Türkiye üniversitelerinin röntgenin çekildiği bu raporda yer alan bilgilerin bir kısmı merkezi bilgi sisteminden çekilirken bir kısmı da üniversitelerin beyan ettiği veriden derleniyor. Ben dereceye giren ve girmeyen kimi üniversitelere bakınca bir tuhaflık sezinliyorum. Birilerinin olmadığı gibi görünmeye çalıştığından şüpheleniyorum. Ve aklıma Nasreddin Hoca'nın fıkrası geliyor.
Hoca bir gün kasaptan iki kilo et almış ve eve götürüp hanımına vermiş. Verirken de sıkı sıkı tembih etmiş:
- Akşama misafirim gelecek bir yahni yap da yiyelim.
Hoca eti bırakıp işine gidince karısı dayanamamış, kardeşlerini, komşularını çağırmış, eti bir güzel mideye indirmişler.
Akşam olmuş, hoca misafiri ile gelmiş, sofra kurulmuş ve yemekte yahni yerine et suyu çorbası. Hoca sormuş:
- Hanım, et ne oldu?
- Kedi yedi bey!
Hoca hemen kediyi kaptığı gibi teraziye koymuş. 2 kilo gelince hanımına dönmüş ve sormuş:
- Hanım, eti kedi yediyse kedi nerede, kedi yemediyse et nerede?
Ben de YÖK'ün bahsi geçen raporundaki kimi sıralamalara bakınca aklıma bu fıkra geliyor. 20 araştırma üniversitesi var. Araştırma-Geliştirme, Proje ve Yayın bölümündeki tabloların büyük kısmındaki sıralamada dereceye girenlerin hepsi araştırma üniversitesi ama kimi tablolarda araştırma üniversitesi olmayanlar da var ve sonuç bizi şaşırtıyor. O halde biz de Hoca gibi soralım:
- Bu liste gerçekten araştırma durumunu gösteriyorsa dereceye giren üniversiteler neden araştırma üniversitesi değil? Araştırmayı göstermiyorsa neden o isim altında sıralama yapılıyor?
Muhtemelen YÖK, kendisine sunulan bilgileri herhangi bir değerlendirme ve kontrol süzgecinden geçirmeden üniversitelerin beyanına güvenerek yayınladı. Belli ki kimi üniversiteler de şişirilmiş rakamlarla kendilerini olduklarından fazla göstermek istediler. Yani ne oldukları gibi göründüler ne göründükleri gibi oldular.
Sayılarla oynayan ve farklı yöntemlerle göz boyayan veya buna tevessül edenleri Mesnevî'deki sancak üzerindeki bayrak benzetmesini hatırlatmak isterim. Rüzgârın tesiriyle bayrak sallandıkça çocuklar aslanın hareket ettiğini düşünüp korkarlar. Aslında o bir resimdir ve ancak rüzgâr estiğinde görülmektedir.
Kalite ve akreditasyon, bir rüzgâr estirerek kâğıt üzerindeki aslan resmini bize gerçek aslan gibi yutturmaya çalışmak değildir. Marifet bayrak üstündeki mükemmel çizilmiş aslan olmak değil belki kuyruğu kesilmiş, yaptığı kavgalarda kulağı kopmuş, derisi yara bere içinde bir aslan olmaktır. Ne kadar yaralı olsa da gerçek bir aslandır. Bize lazım olan da gerçeğidir.
YÖK bu raporu yayımlamakla üniversitelerimizin durumunu gözler önüne seriyor. Sonuçların büyük kısmı ise diğer verilerle örtüşüyor. Ancak kimi sonuçlar çok şaşırtıcı. Okuyunca insanın aklına gerçek olup olmadığı şüphesi düşüyor. YÖK bizi bu şüpheden kurtarmalı. YÖK'ten istirhamımız, yayınladıkları raporun güvenilirliğini zedeleyecek verileri kontrol etmesi, verilerle oynayanları ve aldatanları tespit ettiğinde ibret-i alem olacak şekilde cezalandırmasıdır.
Bize kâğıttan ve kartondan değil yaralı da olsa zayıf da olsa canlı kanlı aslanlar lazım. Ötesi Şeyhülislam Yahya'nın dediği gibi;
Taklîd-i zâğ kebk-i hırâmânı güldürür
Kargaların salınarak yürüyen keklikleri taklit etmesi sadece güldürür. Başkalarını kendimize güldürmeyelim.
İsmail Güleç