Depremin verdiği tahribatı yavaş yavaş görmeye başladık. Devlet tüm kurumlarıyla yaraları sarmaya çalışıyor. Birkaç gün veya hafta içinde bitecek bir iş değil bu. Uzmanlar önümüzdeki birkaç yıl içinde ancak normale yaklaşabileceğini söylüyor. Milletimizin zor zamanlarda nasıl büyüdüğünü de bir kez daha gördük, mensubu olmakla gurur duyduk.
Sahaya gidenlerin ittifakla söylediği bir şey var: Televizyondan gördükleriniz olanların binde biri, burada kıyamet kopmuş, şehirler yok olmuş. Felaketin büyüklüğünü sanırım kıyamet tek başına ifade ediyor. Bu yeni şehirler kuracağız anlamına geliyor. Peki bu şehirleri nasıl kuracağız?
Yeni bir şehir kurmak
Cumhuriyet döneminde birçok şeyi becerdik ama güzel şehirler inşa etmeyi beceremedik. Bunun için de hep birbirimizi suçladık. Bunu milli mesele görüp hiç tartışmadık, mimarları, şehir planlamacıları dinlemedik. Hasbelkader seçilen veya atanan kimselerin bilgisine ve dirayetine bıraktık. Burada şu saat itibarı ile suçlu aramanın kimseye faydası olmayacağını biliyoruz. O yüzden enerjimizi 21. Yüzyıl Türkiye'sinin ideal şehirlerini kurmaya yoğunlaştırmalıyız.
Biz Türkler tarih boyunca döneminin en güzel şehirlerini kurduk. Karahanlılar, Harezmşahlar, Gazneliler, Babürler, Selçuklular, Memluklular ve Osmanlıların kurduğu şehirlerden övgüyle bahseden eserlerin sayısının hesabı yok. Bugün Semerkand'a, Hive'ye, Buhara'ya gidip bayılmayanımız var mı? Maalesef Anadolu'da muhafaza edemediğimiz, birer küçük örneğini ancak Balkanlarda görebildiğimiz Osmanlı şehirlerine gittiğimizde heyecanlanmayanımız, biz niye muhafaza edemedik diye hayıflanmayanımız var mı?
Son yıllarda kimi şehirlerimizde tarihi mekanları ortaya çıkarmak için etrafını yıktığımızda ortaya çıkan fragman gibi adacıklar sizi heyecanlandırmıyor mu? Bir kere yapabilen her zaman yapar. Madem tarih boyunca güzel şehirler kurduk, yeniden kurabiliriz.
Şehir kurmak inşaat meselesi değildir
Şehir kurmak medeniyet inşa etmektir, insanı inşa etmektir. Dolayısıyla meseleye sadece teknik açıdan yaklaşmakla çözemeyiz. Şehrin kurulacağı yer, kullanılacak inşaat malzemesi ve tekniği çok önemli ama bunlar tek başına yetmez. Sadece bunlara bakarak sağlam binalar yaparız, ancak şehir kuramayız. On binlerce insanların yaşağı siteler kurarız. O halde meseleye, sadece depreme dayanıklılık zaviyesinden bakıp tedbir almak yetmez. 21. yüzyılın şehirlerini inşa etmek için bir fırsat görüp ona göre çalışmalıyız. Belli ki deprem bundan sonra başka şehirlerimizi de vuracak. Yeni şehirler, hatta dünyaya örnek olabilecek şehirler inşa etmemiz gerekecek. Bunu yapacak bilgi, teknik ve kültüre sahip olduğumuzu düşünenlerdenim.Bir şehri medeniyet tasavvuru olanlar kurabilir. Bu medeniyet tasavvurunun teşekkülü ise zihni terbiye etmek ile mümkündür. Bu terbiye ile kurulacak şehre rengimizi, kokumuzu, inançlarımızı veririz.
Medine-i Münevvere
İslam şehrinin ilk örneği Medine-i Münevvere'dir. Medine Müslümanların kurduğu ve şekillendirdiği ilk şehirdir. O bakımdan temel referansımız odur. Önce mescit kurulur. Bu mescit zaman içinde ulu camiye sonra da külliyeye dönüşecektir. Şehrin merkezini, şehrin en güzel yerinde inşa edilen bu yapılar teşkil eder. Bu yapıları Osmanlı geleneğinde sultanlar ve devlet adamları inşa etmiş ve vakıf kurarak ihtiyaçlarını karşılamıştır.
İkinci yapı şehrin idaresi için gereken yapılardır. Üçüncü ise çarşıdır. Buralar şehrin can suyudur, hayatın sürdürülebilmesi için gereklidir. Cami veya külliye, idari bina ve çarşı İslam şehrinin merkezini, çekirdeğini oluşturur. Şehir bu merkezin çevresinde gelişir, büyür. Sadeddin Ökten Hoca bir konuşmasında Hz. Peygamber'in Medine'yi inşa ederken üç hususa dikkat ettiğini söylemişti. Şehir merkezinde yoğunlaşma olmaması, asayiş ve güvenliğin sağlanması ve merkeze uzak oturanların merkezle irtibatını kaybetmemesi. Merkezde dükkânı olan esnaf akşam dükkanını kapatınca mahallesindeki evine gider. Mahalleli de her türlü ihtiyacı için merkeze gelir. Dolayısıyla merkez-mahalle arasındaki irtibat çok önemli idi.
Peki bu merkezde ilişkileri kim nasıl tesis edecek? Bunun da iki kaynağı var. İlki camilerde hoca efendilerin verdiği nasihatlerle olurdu. Çalmayacaksın, çırpmayacaksın, kandırmayacaksın, çalışacaksın, dürüst olacaksın gibi evrensel ahlak kuralları idi. Bu kurallar şehirde yaşamanın kurallarıdır, aynı zamanda. Ancak bu kurallar çoğu kere yetmez. Bir de yasalarda cezası veya mükafatı yazmayan kurallar vardı. Onlar da önce ailede, mahallede öğrenilir ve tekkede tamamlanırdı. Bu kuralların esasını muhabbet oluşturur. Muhabbet Allah ve Resulü ile başlar, sonra birbirimizi sevmeye kadar gider. Bu terbiyeyi almış, muhabbeti bilen kişilerin olmadığı şehirler vahşi bir ormandan farksızdır.
Unutmadan bir şey daha ilave edeyim. Cami, külliye, idari bina ve çarşıyı kurarken doğaya zarar verilmemesi, Allah'ın yarattığı doğanın şeklinin değiştirilmemesi esastır.
Sadede geleyim. Şehirler kimliğimizdir, medeniyetimizin ve kültürümüzün aynasıdır. Batı şehirlerini körü körüne taklit eden şehirlerle kendimizi var edemeyiz. Dünyaya biz de varız, diyebileceğimiz şehirler inşa etmek için elimizde bir fırsat var. Bunu heba etmeyelim. En büyük endişem budur.
İsmail Güleç