Bir önceki yazımızı şu soru ile bitirmiştik:
Yeni insanımız, gelecekte kendine ait ve maziden beslenen özgün bir medeniyet tasavvuru ortaya koyabilecek midir?
Var olmaya devam edebilmemizin, bu soruya ancak "evet" cevabı verildiğinde mümkün olacağını biliyoruz. Var olmak derken biyolojik ve fizyolojik olarak var olmayı kastetmediğimi de anlamış olmalısınız.
Var olmak ile kastım Türkistan'da başlayıp İstanbul'da tamamlanan yolculuğumuzun sonucunda geliştirdiğimiz ve bize has kıldığımız medeniyet tasavvurudur. Türkiye yüzyılını konuştuğumuz şu günlerde bu medeniyet tasavvurunu temellük etmeden yüzyıla damgamızı vurmamız mümkün değil.
Zamana ve dünyaya bir şeyler söyleyebilmenin yolu medeniyetimizi önümüzdeki yüzyıla taşıyacak şekilde yorumlamaktan geçiyor. Geçen yüzyılda yapamadığımız şeyi, yani insanlığın ihtiyacı olduğu ahlak ve vicdanı olan düşünce ve sanat anlayışı ile çok önemli katkılarda bulunabiliriz. Aksi takdirde Batı'nın tercümesi ve kötü bir taklitçisi olacağız. Öyle olmak isteyenlerin çok arzu etmesine rağmen asla Batılılar gibi de olamayacağız. Olsak olsak Batılıların kötü bir kopyası olacağız.
Bizim yeniden temellük etmek istediğimiz medeniyetimiz deyince benim anladığım Sadettin Ökten Hocamızın ifadesiyle İslam medeniyetinin Osmanlı yorumudur. Ben buna kısaca "İstanbul Müslümanlığı" diyorum. Yani, ibadeti zevk haline getirenleri, hayatlarının her anına Hz. Peygamber'in sünnetini sindirerek ve yedirerek kimsenin gözüne sokmadan yaşayanları, şu yalan dünyayı cennete çevirenleri kastediyorum.
Fethedildiği gün itibarıyla inşasına başlanan bu medeniyet asırlar içinde ulemamız ve meşayihimiz tarafından ilmik ilmik dokundu. Şimdi bize düşen o ilmikleri dokumaya devam etmek. Osmanlı tarihteki yerini aldı ama İstanbul hâlâ bizim ve duruyor. Ayakta kalabilmek ve var olabilmek için biz de Selçuklu, Osmanlı çizgisinin devamı olan bu devlet ve milletin Türkiye Cumhuriyeti dönemini inşa etmekten başka çaremiz yok.
Bunun için ciddi hazırlıklar yapmak gerekiyor.
Çello ile ilâhî okumak
Kültür ve sanat alanında yapılması gereken hazırlıkların neler olduğunu Sadettin Ökten hocamızdan aktaralım.
- Toplumda yeni bir meydana gelişin ilk evrelerini yaşadığımızı hissettiğimiz şu günlerde, estetik alanın hiç olmazsa bir bölümünde, günümüz insanının iç dünyasını yansıtan ve aynı zamanda geleneğe edep ve hürmetle yaklaşan bir sanat akımının ortaya çıkması icap eder.
- Maziden beslenen ve maziye gönderilen yeni yorumlarla renklenen gelenekli sanatlarımız, asil ve velut bir nehir gibi ağır ağır yoluna devam ederken bir yandan da estetik hayatımıza yeni bir dinamizm getirecek ve belki önümüzdeki yüzyılı yepyeni bir duygusallıkla renklendirecek günümüzün sanatına da ihtiyacımız vardır.
- Bu sanat, eski medeniyet tasavvurumuzun değerleri ile aramızdaki bulutlu, sisli ve gölgeli ilişkiyi ifade eden gerçekçi bir sanat olmalıdır.
- Bu sanatın özü olan ilişki, bizim kopmadığımız, kopamadığımız ve kopmayı asla istemediğimiz fakat bir türlü de tam anlamıyla bağlanamadığımız eski değerlerimizle olan ilişkimizdir. Bu ilişki tereddüdün, kaygının, endişenin ve savrulmanın hâkim olduğu bir ilişkidir.
- Tevekkülün, huzurun, sükunun ve en önemlisi kazaya rızanın belirleyici ana unsurlar olduğu eski ilişkimizden epeyce farklı, epeyce uzaktır. Lakin ondan ayrılığın hicranını çekmekte ve ona özlem duymaktadır.
İçinde yaşadığımız ve gittikçe yabancılaştığımız, yapay zekanın her tarafımızı sardığı ve günlük hayatımızı düzenlemeye başladığı şu asırda medeniyet değerlerimizle arı duru bir ilişki kurmanın kolay olmadığını biliyorum. Ama bir şekilde bu ilişkiyi kurmalıyız. Savrulmuş ve dağılmış bir zihin yapısı ile karamsarlık içinde kaldığımız sürece asla yapamayız. O yüzden ümitvâr olmalıyız.
İnsansız bir hayata doğru gittiğimiz şu asırda, sanat aynı zamanda bizim insan olarak kalmamızı da sağlayacak yegâne araçlardan olduğunu aklımızın bir kenarında tutalım.
Ney tarihte hiçbir zaman bu kadar çok üflenmedi. Ebru teknesi hiçbir zaman bu kadar yaygınlaşmadı. Hat bir sanat eseri olarak hiç bu kadar öğrenci bulamadı. Güzel Sanatlar Fakülteleri ve Konservatuarın yanında belediyeler, vakıflar, musiki cemiyetleri tüm güçleriyle geleneksel sanatımızı yaşatmaya çalışıyor. Bunlar ümidimizi yeşertiyor ancak dünyaya yeni bir şey söylemek ve teklifte bulunmak için maalesef yeterli değil.
Gelecekte var olmamız sanatçılarımızın elinde. Çünkü sanat bizim ruhumuz. Ruh olmadıktan sonra beden bir işe yaramıyor maalesef.
İsmail Güleç