McGurk ile McMaster iki belalımız. Birisi Suriye'de uluslararası koalisyona göz kulak oluyor, koordine ediyor ve daha doğrusu bu görüntü altında PYD üzerinden altımızı oyuyor öbürü ise düpedüz İslam düşmanı McMaster; Amerikan çıkarlarına aykırı gördüklerine kulp takmakla veya kötü sıfat yakıştırmakla meşgul. Bunu genellikle Yahudi çevreler ile İslam düşmanları yapar. Afganistan'a taze güç gönderme konusunda Trump'ı ikna eden yine söz konusu isim McMaster olmuştur. Keza Türkiye ile vize krizinin arkasındaki isimlerden birisi yine odur. Her taşın altından çıkıyor. Onun Condeleazza Rice'ın makamında oturduğunu hatırlatmamız yeter sanırım. Rice da yaratıcı kaos doktrinini icat etmiş ve bu teori doğrultusunda İslam dünyasını çalkalamak istemişti. Ardından da ortalığı karıştırdıktan sonra 18 aylık bir aranın ardından 'biz istikrara/statükoya geri döndük' demiştir. Zira demokrasi halkın işine gelirse ve İslami kesimlere yararsa bu ABD'nin çıkarlarına aykırı gelir, uymaz. Nitekim, Ferid Zekeriya liberalizm maya tutmadan Arap ülkelerinde demokrasi deneyiminin Amerikalılara değil de İslamcılara yarayacağını söylemiştir. 2005 yılında Mısır'da ilk tur seçimler ile ocak 2006'da Filistin'de yapılan seçimler bu tezi doğrulamıştır.
Dolayısıyla onlara göre demokrasi ilkesel değil, işlevseldir. İslam ülkelerinde mutlaka laiklik ile birlikte at/başı gitmelidir. Yani kime veya kimin işine yaradığına göre demokrasi, değer ve mahiyet kazanır. Sadece laiklikle uyumlu olması da yetmiyor aynı zamanda Amerikan çıkarlarına da hitap etmesi gerekir. Nitekim, ABD Genelkurmay eski Başkanı Martin Dempsey Suriye'deki muhaliflere niye sahip çıkmadıkları sorulduğunda şu cevabı verecektir: Hiçbir muhalif kanat çıkarlarımızı karşılamıyor. Sonra görüldü ki onların çıkarlarını tek karşılayan grup bölgede bölücü faaliyetlerin adresi Marksist dostları PYD/YPG. ABD'nin çıkarlarına cevap veren PYD/YPG olurken Rusların çıkarlarına da rejim hitap ediyordu.
*
ABD şimdi de ideolojik düşmanını tanımlıyor. Tombaladan çıka çıka Türkiye ile Katar çıktı. Ulusal Güvenlik Danışmanı McMaster Türkiye ile Katar'ın aşırılığın sponsorları olduklarını ilan etmiştir. Washington'da bir panelde konuşan McMaster Türkiye'nin aşırı ideolojik örgütleri desteklediğini ve finanse ettiğini ileri sürmüştür. Ona göre bu örgütleri bir süre öncesine kadar Suudi Arabistan destekliyordu. Eksen değişikliği ve kayması yaşanmıştır. McMaster son sıralarda Suudi Arabistan'ın yola ( Amerikan kriterlerine uygun Amerikan İslamı) girerken Türkiye Batı yolundan çıkıyor, sapıyor, eksenini kaybediyor; Suudi Arabistan'ın geçmişteki çizgisini devralıyor ya da tevarüs ediyor. Burada Türkiye'ye iki isnat var. Bunlardan birisini sözde Türkiye dostu Bernard Lewis dile getirmiş ve Türkiye'nin 10 yıl içinde İran'ın yerini alacağını öngörmüştür. Onun bu öngörüsüne göre Türkiye'nin eksen kayması İranlaşmak şeklinde zuhur edecek. Kimileri bir zamanlar bunun adını Malezyalılaşmak olarak koymuşlardı. McMaster ise hızlı bir biçimde 'Suudi Arabistanlaşma' yolunda olduğumuzu ilan ediyor. Bütün bu değerlendirmeler İsrail namına, hesabına geçiyor. Daha önce birkaç kez değinmiştik Şimon Peres ile Dory Gold adlı eski İsrail cumhurbaşkanı ile dışişleri müsteşarı Türkiye ile Katar'ın bölgede aşırılığın kalesi olduklarını ya da aşırı hareketleri destek sağladıklarını ve dolayısıyla cezalandırılmaları gerektiğini talep etmişlerdi. Şimdi McMaster onların unutulan hasretlerini dile getiriyor.
*
Peki! Kimmiş bu aşırı ideolojik hareketler? Bu sorunun hakikate en yakın muhtemel cevabını Nagihan Alçı , "ABD, Türkiye'yi nereye itmeye çalışıyor?' başlıklı makalesiyle veriyor: Müslüman Kardeşler. Sebr ve taksim suretiyle yani eleme /çıkarma yöntemi, yoluyla geride zaten başka bir hareket kalmıyor. Türkiye'nin selefi hareketlerle pek bir bağı ve bağlantısı yok. Geride ihtimal olarak kala kala Müslüman Kardeşler kalıyor. Hamas ve Müslüman Kardeşler bağı nedeniyle Katar karantina altına alınmış ve ablukaya maruz bırakılmıştır. Katar'a abluka uygulayan ülkeler; Suudi Arabistan, Bahreyn, BAE ve Mısır Müslüman Kardeşlerle alakalı vizyonlarını bir şekilde ABD ve İngiltere'ye de mal etmek, dayatmak istiyorlardı. ABD ile İngiltere gerektiğinde bendelerine şantaj için ortadan bir tutum takındılar. Obama idaresi Dalya Mücahid gibi bu kanada yakın isimleri istihdam etse de sonuçta bu isimler Obama idaresiyle yollarını ayırdılar. Zira, Obama idaresi Arap Baharı konusunda çok kaypak davranmış ve kurulu rejimler zemininde hareket etmiş ve darbelere arka çıkmıştır. Anlaşılan o ki ABD'nin bölgede kategorik olarak Türkiye ve Katar'dan başka düşmanlık besleyebileceği ülke kalmadı. Suudi Arabistan sözcüsü, İsrail ise eylemcisi. Sisi veya Esat gibi demokrasi veya insanlık düşmanları onun düşmanı değil. Ön Asya'da dört ülkenin başkentini kontrol eden İran da sorun teşkil etmiyor. Şer ekseni ilan edildiğinde bile kılına dokunmamışlardı. Geriye kala kala Katar ile Türkiye kalıyor. Zaten Katar abluka altında; kıpırdayacak hali yok. Geriye tek, Türkiye'nin dizginlenmesi kalıyor.
Nagihan Alçı Türkiye ve Katar'ın ABD nazarında yeni şer ekseni olarak taayyün ettiğini ve belirdiğini yazıyor. Bu ale'l acele yapılmış bir değerlendirmeye benziyor. Elbette Türkiye ile Katar'dan rahatsız olduklarını söylemeye bile gerek yok. Bununla birlikte Katar'a askeri müdahaleye pek de heveskar ve sıcak bakmadılar. Öncelikli olarak 'şer eksenini / axis of evil' yeniden hatırlamakta fayda var. Bush Şubat 2003'te "Ulusun Durumu" konuşmasında, Kuzey Kore, İran ve Irak'ı "Şer Ekseni" olarak ilan etmişti. Irak'a niyet edip İran ve Kuzey Kore'yi hedef almıştır. Kuzey Kore ve muhtemelen İran bu tanıma dolgu maddesi olarak, eş olsun kabilinden eklendiler. Batılıların deyimiyle false flag. Yoksa Bush yönetiminin asıl hedefi Saddam Hüseyin ile Irak'tan başkası değildi. Daha önce de Bill Clinton döneminde İran ile Irak'ı hedef alan politikanın adı çifte kuşatma idi. Lakin kuşatmanın adı çifte olsa da kendisi tekti. Daha doğrusu çifte kuşatmanın muhatabı olan İran da destekçi ülke olarak Irak'a yönelik askeri kampanyanın parçası olmuştur. Hala da Irak Bush'un ürettiği bu bataklıktan ve girdaptan kurtulabilmiş değil. Clinton ve Bush'un politikalarında İran, Irak'a eşdeğer hatta üstünde bir tehlike olarak tasvir edilirken; uygulamada ötekinin kuşatılmasında yardımcı pozisyonda bir ülke muamelesi görmüştür. 1991 ve 2003 yıllarında Irak'a yapılan müdahale ancak İran'ın katkı ve yardımlarıyla başarılı olabilmiştir.
Çite kuşatma veya özümseme politikasından önce Soğuk Savaş yıllarında bunun provası yapılmıştır. İki komünist blok ya da Çin ile Rusya'yı birbirinden ayırmak için birisine yani Çin'e kazanma veya istamele/ yanına çekme politikası uygulanırken daha fazla yayılma potansiyeli vadeden SSCB'ye karşı da George F. Kennan tarafından Containment/kapsama, kuşatma politikası kurgulanmıştır. Sonrasında devrimden sonra İran Çin'in yerini alırken Irak SSCB'nin konumuna düşmüştür. Sonra bu politika sürekli olarak ona buna kopya edilmiştir. Hatırlanacağı gibi Reagan iki de bir SSCB için şer imparatorluğu tabirini kullanırdı. Karanlıklar Prensi Richard Perle bile kendisine göre şerrin kaynağına doğru yolculuk yapıyor ve şerrin kaynağını keşfe çıkıyordu! Lakin şerri üretenlerin şerrin kaynağını arayanlar içinde oldukları geç de olsa fark edildi.
Washington'a göre, Türkiye radikal veya ideolojik olarak arızalı bir ülke olabilir. Bununla birlikte içeride polis teşkilatı dışarıda ise askeriyle terör estiriyor. Noam Chomsky'nin ifadesiyle küresel terörün patronları onlar.