'Boşa kürek çekmek' diye bir tabir var. Maalesef bu tabir tam da Suudi Arabistan gibi ülkelerin bölgesel planlarına veya politikalarını aksettiriyor. Bir iki yıl önce Lübnan'dan çekildiğini duyurmuştu. Ardından Refik Hariri'nin siyasi ve mali halefi Saad Hariri'yi davet ettikten sonra zorla alıkoymuştu. Bu belki de siyaset tarihinde benzerine rastlanmayan bir örnek oluşturdu. Bununla birlikte Fransa'nın girişimleri sonucu Saad Hariri Suudi Arabistan'da tutulduğu otel esaretinden kurtulabilmişti. Lübnan'a onca para saçmasına rağmen bir verim elde edemedi. Zira 'sadece havyarla yaşanmaz' kitabının başlığının çağrıştırdığı, hatırlattığı gibi sadece para ile dava ve mücadele güdülmez, kazanılmaz. Bu suretle sadece siyasi asalaklar zümresini beslemiş olursunuz. İran da Lübnan'a yatırım yapıyor ama sonuç alıyor. Zira para ile birlikte ideolojik zeminini paylaşanlar var. Parasına ilaveten idealleriyle de orada. Suudi Arabistan ise idealleri olmayanlara dayanıyor, sırtını yaslıyor. Bunlardan birisi de Hariri ailesi. Adam bir dava sahibi olabilecek kıratta değil bohem hayatı yaşamaya yatkın. Daha ziyade Latin Amerika dizilerine uyar. Onlardan çıkmış bir karakteri andırıyor. Bu karakterin Hizbullah ile baş etmesi eşyanın tabiatına aykırıdır. Riyad siyasal İslamcılar dediği kesimlerden ürküyor ve bu fobisi haline gelmiş durumda. Köşe bucak onlardan kaçıyor. Siyasal İslamcılar dediği zümrelerden korkuyor yada onları da paraya alıştırarak gevşetiyor. Bu nedenle de idealist isimlere ve zümrelere dayanmadığından potansiyel taraftarlarını da rakip güçlere mesela İran'a kaptırıyor! Bu Lübnan'a mahsus bir durum değil.
Gelgelelim Suriye'ye. Hüsnü Mahli gibiler, 'Suriye'de halk kıvılcımını Bender Bin Sultan yaktı, başlattı' gibi asparagas haberler uçursalar, salsalar da kazın ayağı öyle değil. Suudi Arabistan dış politikadaki sakarlıklarından birisini de burada yaptı. Halbuki, geleneksel Sünnilere dayanarak vizyoner bir tutumla mesafe alabilirdi. Türkiye gibi ülkelerle bölgesel bir çözüm için ortam oluşturabilirdi. Aksine son sıralarda Suriye'de en yozlaşmış karakterlerle ortaklığa gittiler. Ahmet Cerbe gibi kaçakçılığıyla meşhur olan tipleri kendilerine ortak seçtiler. Böylece ahlaki zemin açısından muhaliflerle rejim arasında pek bir mesafe bırakmadılar. Zaten Riyad Esat'tan dolayı değil de İran-Şam bağlantısından dolayı bu rejime mesafe koymuştu. Suriye halkının sevgisinden dolayı değil İran nefretinden böyle hareket ediyordu. Bu nedenle de tezinin arkasında sağlam duramadı. Kısaca halkın derdi Suudi Arabistan'ı ilgilendirmiyordu. Bu desteğin arkasında da bir tutarsızlık göze batıyordu. Her yerde Arap Baharını söndürmek isteyen Suudi Arabistan Suriye'de halkın arkasında görünüyordu? Bu tutarsızlıkla birlikte Suudi Arabistan fazla mesafe kat edemezdi! Nitekim de böyle oldu.
Suriye cephesini yarım bırakarak gitti Yemen bataklığına gümüldü. Saddam ile ortaklık sırasını savan Ali Abdullah Salih akabinde Suudi Arabistan'la siftah yaptı, ona dümen kırdı. Ali Abdullah Salih Suudi Arabistan'ın orada burada iş yaptıklarının karakterine ve listesine uygun bir isimdi. Suudi Arabistan bu ülkede de kredisini tüketerek arkada dayanabilecek sağlam bir zümre bırakmadı. Sözgelimi Yemen'deki Islah veya Müslüman Kardeşler hareketine siyasal İslam yaftası takarak uzak durdu. Bu da giderek Yemen'in içinden çıkılmaz bir bataklığa dönmesine vesile oldu. Yanlışlarından ders çıkarmak bir yana Muhammedeyn (Muhammed Bin Zayid ile Muhammed Bin Selman) yanlışlara tüy dikiyorlar. Trump gibi pervasız davranıyorlar ve yanlışlarına tüy dikiyorlar.
Suudi Arabistan'in müzmin yanlışlarına, yanlışlar kümesine şimdi bir de Irak eklendi. Esasında Ortadoğu'nun karmaşaya sürüklenmesinden sorumlu bölgesel iki sekter güç var. Bunlardan birisi İran diğeri de Suudi Arabistan. Bunlar bölgedeki çözümsüzlüğün temel direği ve kaynağı.
Arap Baharı üçüncü bir çözüm modeli sunuyordu. Ona göz açtırmadılar. Suudi Arabistan, BAE Mısır deneyimini boğarken İran da Suriye deneyimini kanlı karnavala çevirdi. Arap Baharı dalgası geleneksel İslam tasavvuruna uygun ve bu anlamda İhvan, Osmanlı, Sünni eksenle temas hattında olan ana gövdeyi temsil ediyordu. Sekter yapılar bunun yükselişine izin vermedi. Suudi Arabistan beceriksizlikle Lübnan, Suriye'de İran'ın ekmeğine yağ sürerken Irak'ta da yozlaşmış Sünni tiplerle temas hattında İran ile aynı kulvarda buluşmaktadır. Dolayısıyla ister çarpışsınlar isterse buluşsunlar ikisi de aynı odaklara hizmet etmektedirler.
İki sekter rejimde Irak'ta aynı yozlaşmış siyasi figürleri destekliyor. Nedense Nuri Maliki'nin 'Sünnilerinden' olan Çözüm Partisi Başkanı Cemal Kerboli Suudi Arabistan'ın da gözdesi olmuştur. Aynı zamanda Suudi Arabistan'ın eski Irak büyükelçisi olan Körfez işlerinden sorumlu Suudi Arabistanlı Bakan Tamir Sübhan, Amerikalıların Iraklı eski 'kırığı' Ahmet Çelebi ve Suriye'den Ahmet Cerbe'yi hatırlatan bir biçimde ortak olarak en olumsuz figürü benimsemiştir. Amman'da yapılan Irak ile ilgili toplantıya Irak'ın saygın Sünni liderleri davet edilmezken Cemal Kerboli gibi adamların çağrılması tartışmalara neden olmuştur. Sünnilerin Ahmet Çelebisi olan bu adam Irak'taki Sünnilerin davasını ileriye değil geriye götürmeye amade ve adaydır. Şimdi Suudi Arabistan İran ile birlikte Cemal Kerboli'yi yeni dönemde Irak Meclis Başkanı koltuğuna oturtmak istiyor. Tamir Sübhan, Kerboliler ( Kerabile) deniler bu siyasi yolsuz zümreye ilave olarak Salahaddin Vilayeti Valisi Salahaddin Ahmet Cebburi'yi de davet etmiş ve bu durum Salih Mutlak ile davetçiler arasında sürtüşme ve atışmalara neden olmuştur. Esasında Kerabile veya Kerboliler Kesnizani tarikatı meselesini akla getiriyor. Tamir Sübhan, Halit el Ubeydi, Üsame en Nuceyfi, Selman Cümeyli gibi tanınmış Sünni isimler dururken bu tarz karanlık yüzleri davet etmiştir. Suudi Arabistan yanlış politikalarıyla Irak Sünnilerini yandaş ve yandaş olmayan şeklinde kutuplaştırırken aynı zamanda aralarına nifak ve şikak sokmuştur. Bu da enerjilerinin iç çekişmelere harcamaları anlamına geliyor. İran'ın ekmeğine yağ sürüyor.
Suudi Arabistan kime dayanırsa dayansın bölgede İran karşısında kaybeden tarafı temsil ediyor ve doğru tarafın yanlış avukatı olarak sürekli kaybediyor. Kaybetmeye de mahkum. Parası var, her şeyi var ama vizyonu ve idealleri yok. Derdi dava değil, mücerret strateji. İşi sıkı sıkıya dört elle tutmuyor.
Kronik başarısızlıktan dolayı başarı hikayelerini veya başarı olma potansiyeli taşıyanları da hor görüyor. Aşağılık kompleksine sahip olduğundan dolayı sözgelimi Trump'a meydan okumaları kendisine bir meydan okuma olarak görüyor. Hazmedemiyor. Ne de olsa Trump'a biat etmiş gözüküyorlar. Onu küresel veliyyi emir olarak görüyorlar. Trump'a meydan okuyan veya karşı çıkanları hazzetmiyorlar. Bu çerçevede zaman zaman Suudi Arabistanlı adı sanı bilinmeyen davetçileri, ekran yorumcuları Türkiye'yi hedef alıyorlar. çemkiriyorlar. Nayif es Asakir gibi nevzuhur hocalar Suudi Arabistan'ın Erdoğan'a unutamayacağı ağır bir ders vereceğini ve tabii hacmine geri döndüreceğini söylemektedir. İran'ın, ABD'nin İsrail'in hacmini büyütüyorlar sıra Türkiye'ye gelince nedense hacmini küçültme derdindeler. Trump hatırına YPG'ye 100 milyon destek vermeleri Suudi Arabistanlı istihbarat kökenli generali Enver Işki'nin Türkiye'yi çevreleme vizyonuna uygun düşmüştür. Onun ifşaat ve tezini doğrulamaktadır.
Arapçada hizlan ve ihbat diye iki tabir vardır. Bunlardan 'hizlan' yüzüstü bırakmak anlamına geliyor. İkincisi 'ihbat' ise umutları boşa çıkarmak anlamına geliyor. Suriye'de olduğu gibi hem yüzüstü bırakıyor hem de umutlarla oynuyor, onları boşa çıkartıyor. Çifte kavrulmuş bir yıkım. Suudi Arabistan İslam dünyasının lideri olarak kaldıkça, görüldükçe bu tablodan veya başarısızlık hikayesinden kurtulmak kolay ve mümkün değil.
Bununla birlikte Malezya'da Mahatır Muhammed Pakistan'da ise İmran Han selefleri gibi siyasi olarak yüzlerini Suudi Arabistan'a dönmüyorlar. Kredisi hem içeri de hem de dışarıda tükenmek üzeredir.