2013 yılında karşı devrimlerin harekete geçmesi ve durumun tepetaklak olmasıyla veya halkın iradesini bastıran derin güçlerin yüzeye çıkmasıyla birlikte Osmanlı aleyhtarlığı yeniden tavan yaptı. Zira 2011 yılında patlak veren Arap Baharı ile birlikte halkın iradesinin taban tutması halinde bunun iki muhtemel sonucu olacaktı; tabana dayalı birlik hareketleri güçlenecek ve bölge ülkeleri bir biçimde birbirleriyle daha irtibatlı hale geleceklerdi. Zeminde birlik arayışları artarken aynı zamanda İsrail'in sonuna giden süreç de hızlanacaktı. Bölgenin referans merkezi İsrail yerine İslam olacaktı. Bu nedenle de Arap halk hareketleri bazı yakıştırmalarla itibarsızlaştırılmak istenmiştir. Arap Baharının rüzgarıyla gelişen birlik arayışlarına İhvan ekseni, Sünni eksen veya Osmanlı ekseni yakıştırması yapıldı. Mücerret bir biçimde Osmanlı isminden gocunanlar vardı. Bunlardan birisi bizzat Beşşar Esat'tı ve Türkiye ile iyi olduğu günlerde bile Türkiye'yi Osmanlı eğilimlerine karşı uyarıyor ve bundan sakındırıyordu. Kendisi ise ünlü sunucu Faysal Kasım'ın deyimiyle iktidarı ve yetkilerini halkla paylaşacağına ülkesini yeni Safevilerle ve Putin liderliğinde Panslavistlere peşkeş çekti, kaptırdı. Arap Baharının akabinde Osmanlı karşıtı duygularını ilk açık eden liderlerden birisi de Michael Aoun olmuştur.
Bunun nedenini geçmiş yıllardaki bir yazımda gayet mukni bir biçimde ortaya koymuştum (http://www.haber7.com/yazarlar/mustafa-ozcan/746452-sunni-dusmanligi ). Şöyle ki, "Lübnanlı Sünniler hem ABD hem de Hizbullah'ı eşit şekilde karşılar. Neden acaba?"
Bunun nedeni karşı cephenin derin Sünni düşmanlığında yatmaktadır. Son Wikileaks belgeleri de bunu açıkça ortaya koymuştur. Lübnan'daki Amerikan Elçisi Jeffrey D. Feltman, Washington'a bir rapor yolluyor. 2007 yılına ait olan rapor bugünlerde Wikileaks belgeleri arasında yayınlanıyor. Raporun konusu Hizbullah'ın müttefiklerinden Michael Aoun'un Sünnilere karşı bakışı ve yaklaşımı. Sünnilere olan kin ve nefretinin Michael Aoun'u nasıl Hizbullah ile ittifaka yönlendirdiği ve ortak hale getirdiği belgede açıkça görülüyor. 6 Şubat 2006 tarihinde taraflar ortaklık zaptı imzalıyor. Böylece ortak Sünni düşmanlığı marjinal alandaki rakipleri bir araya getiriyor. Amerikan Elçisi Feltman'a, Michael Aoun'un bakışını aktaran ve hikaye eden Maruni bakanlardan Şarl Rızk oluyor. Michael Aoun'un Paris dönüşünden sonra Hizbullah ile siyasi ortaklığa gitmesinin hikayesi aynı zamanda Kerim Bakradoni'nin "Şok ve Devrim" kitabında da tafsilatlı bir şekilde anlatılıyor. 'Düşmanımın düşmanı dostumdur' zemininden hareket eden Michael Aoun, Wikileaks raporuna göre Sünnileri 'hayvanlar' olarak nitelendiriyor. Aoun, ittifaka girdiği Şiileri ve Hizbullah'ı 'Lübnan'ı (toprağı) seven Lübnanlılar' olarak tanımlıyor. Aoun Hizbullah üzerinden Suriye rejimiyle ittifakını da şöyle gerekçelendiriyor: Çok hazzetmesem de Lübnan'ı Sünnilerden korumak ve onlara bırakmamak için Nuseyrilerle ittifaka gitmekten başka çarem yok.
Michael Aoun, Nasrallah ve kendisinin Suriye'nin ötesinde İran'ı yeğlediklerini söylüyor. Bunun üç nedeni var: Birincisi İranlılar Sünni değil. İkincisi Arapça bilmiyorlar. Üçüncüsü de, Lübnan sınırından çok uzaklar. Raporda en dikkat çekici husus, Beyrut'taki İran Büyükelçisi Muhammed Rıza Şeybani ile Amerikan Büyükelçisi Jeffrey D. Feltman arasında zımni anlayış iklimidir. Aoun, Şeybani'den bizzat Amerikan-İran diyalogunun önemini duymuş ve bu ittifakın bir gün kendisini cumhurbaşkanlığı koltuğuna taşıyacağına da inanmıştır. Aoun'a göre, Amerikan Elçisi Feltman da Sünni tehlikesinin farkındadır ve bu hususta Sünni kesimin düşmanlarını anlayışla karşılamaktadır (Lübnan'da yayınlanan En Nahar gazetesi, Ahmet Ayyaş: Hulefau İran ve suku't en nizam es Suri, 21 Mart, 2001/ http://www.elaph.com/ Web/NewsPapers/2011/5/656512.html?entry=homepagenewspapers)."
Michael Aoun bu dürtülerinden hala kurtulabilmiş değil. Hem dayandığı Fransa hem de İran gibi müttefikleriyle Sünni düşmanlığı üzerinden geliştirdiği ortaklığı onu cumhurbaşkanlığı sarayı Baabda Sarayına taşımıştır. Çirkefliği sadece siyasi düşmanlıkla kalmamış aynı zamanda tarihi alana da kaymış, uzanmış ve tarihi çarpıtmaya kadar varmıştır. Son günlerde Osmanlıların Lübnan'dan ayrılmaları münasebetiyle yaptığı bir konuşmasında Osmanlı'yı devlet terörü uygulamakla suçlamıştır. Halbuki, Osmanlılar Beyrut limanından ayrılırken halk matem tutmuştur. Zira başına geleceği el hissi kable'l vuku ile sezmiş, hissetmiştir.
Bu suçlama onun kimyası ve Osmanlı'yı zihninde ötekileştirmesiyle alakalıdır. Elbette Osmanlı içinden de iyisi de çıkar kötüsü de. Lakin onları bir bütün olarak devlet terörüyle suçlamak iz'an ve insafla bağdaşmaz. Onun ötesinde Michael Aoun'un suçlaması Ermeni suçlamalarının bir devamıdır. Maruniler de İsrail ile birlikte son sıralarda Ermeni korosuna katılmış görünüyorlar. Aoun Osmanlı'nın Birinci Dünya Savaşı sırasında yüzbinlerce Lübnanlının ölümünden sorumlu olduğunu ileri sürüyor. Tarih üzerinden tam bir 'vurun abalıya' anlayışı sergiliyor veya linç girişiminde bulunuyor.
Bu suçlama Lübnan, Cezayir gibi ülkelerde Osmanlı ile Fransız mirası arasındaki çekişmenin uzantı ve fasıllarından birisini temsil ediyor. Her iki ülkede de uzun süre kalan Osmanlılar ülkenin ve insanının yabancısı değil, bir parçası haline gelmişlerdir. Bu diyarları bir sömürge diyarı değil daru'l İslam'ın veya daha yalın ifadesiyle vatanlarının bir parçası saymışlardır. Ardından bu ülkelere Fransızlar tünemişler, ülkeyi talan ettikleri gibi bir de arkalarında bir sürü mirasyedi mankurt bırakmıştır. Michael Aoun gibi bu mankurtlar velinimetleri Osmanlı'yı hayırla yad edecekleri yerde tam tersine Fransa'nın tetikçiliğini yapıyorlar. Cezayir'de de ülkenin başına musallat olan sömürge artıkları ikinci bir sömürgecilik dönemine imza atmışlardır. Bunların işleri güçleri Osmanlı'ya saldırmaktır. Sömürge aydınlarını çeteye benzeten Cezayir Genelkurmay Başkanı Kayid Salih sömürge kalıntılarının ülkeye ikinci bir sömürgecilik devri yaşattıklarını ifade etmektedir. Bu ülkelerin asilzadeleri Osmanlı'nın hakkını verirken türediler ise Fransa'nın mirasını savunmaktadırlar.
Bu sömürge aydınları bu hususta en iyi değerlendirmeyi veya susturucu cevabı gayri Müslim Lübnanlı Ermeni asıllı komedyen Pierre Chamasian'ın ağzından dinlesinler: şöyle demiştir: Fransa Lübnan'da 30 yıl kalmasına rağmen dilini bize dayattı, yadigar bıraktı. Osmanlılar ise 420 yıl aramızda kaldığı halde soruyorum; içimizde Türkçe bilen var mı? Demek ki Osmanlılar sömürgeci değildi.
Maruniler 1860'dan itibaren Batılı ülkelerin kontrolüne girmişlerdir. Vekilliğini yapmışlardır. Sonra Sabra Şatila katliamlarında İsrail'in taşeronu olmuşlar, Michael Aoun da Fransa'dan sonra İran ekseninin çekim alınana girmiş ve sözcüsü haline gelmiştir. Belki de Osmanlıya isnat ettiği suçlamada Suudi Arabistan rejimini de gözetmiş ve onlara göz kırpmış olabilir. Zira bu ülke de okul müfredatına yaptığı eklemelerde Osmanlı'yı işgalci ülke olarak nitelendirmektedir. Burada Osmanlı karşıtı bir birleşik cephe görebiliyoruz. Kendi aralarında parçalı ama Osmanlı karşısında yekvücutlar.
Mısır'da İsrail ile dostluk mevsiminde Yusuf Zeydan gibi kimileri Salahaddin Eyyübi'yi hedef alırken kimileri de Yavuz Sultan Selim'i nişan, hedef tahtası yapmıştır. Kahire Valisi Atıf Abdülhamid, Sultan Birinci Selim Caddesinin ismini değiştirme kararını Mısırlı bir tarih profesörünün Kahire'nin Zeytun ilçesinde yer alan caddenin isminin değiştirilmesi gerektiği çıkışından sonra almıştır. Profesör Muhammed Sabri Dali, "Mısır'ı sömürgeleştiren bir kişinin isminin buraya verilmesinin doğru olmadığını" ileri sürmüştü. Sultan Selim'in "Mısır'ı Osmanlı topraklarına katması ile ülkenin egemenliğini kaybettiğini" söyleyen Dali ifadelerini daha da ileri bir noktaya taşıyarak ve Michael Aoun'un çıkışını hatırlatırcasına, "ülkelerini savunan binlerce Mısırlının Sultan Selim ve ordusu tarafından katledildiğini" öne sürdü.
"Selim gitti, Napolyon ve İskender duruyor"
Birçok kişi bu kararın siyasi bir karar ve Mısır ile Türkiye arasında gerilen ilişkilerin bir neticesi olduğunu ifade ediyor. Karara, darbe ile iş başına gelen darbecibaşı Abdulfettah es Sisi'nin destekçileri arka çıkarken, ülkede Müslüman Kardeşler ve benzeri İslami eğilimli kesimler ise bu karara karşı çıktı. Kahire valisinin kararını bazı kişiler oldukça farklı bir yaklaşımla ele aldı. Sosyal medyada yapılan bu yorumlarda "Mısır'ın en büyük şehirlerinden olan İskenderiye'nin isminin Mısır'ı işgal eden Büyük İskender'den geldiğini ve Kahire'deki ana caddelerden birinin Napolyon ismini taşıdığını" ifade eden kullanıcılar Sultan Selim'in isminin caddeden kaldırılmasını tuhaf bulduklarını ifade ettiler.
Michael Aoun ise Safevilerin ve Fransızların kucağına oturmuş olduğu halde Osmanlılara veryansın ediyor.
Bununla birlikte Lübnan'da da Osmanlılar yalnız değil. Lübnanlı tarihçilerden Halit Cündi, Michael Aoun'un söylemlerinin hilafına Lübnan'da Osmanlı döneminin ortak yaşamın somutlaştırılmasına sahne olduğunu ve birçok fermanla birlikte azınlıklara kilise ve mabet inşa etme izni tanındığını ama asıl ayrımcılığın Fransa döneminde Müslümanlara karşı yapıldığını ifade etmiştir. Osmanlıların Beyrut'u da kapsayacak bir biçimde demiryolu ağı inşa ettiklerini şimdi bunu yenilemenin bile mümkün olmadığını hatırlatmıştır.
Lübnan'da faaliyet gösteren Müslüman kardeşlerin yerel teşekkülü El Cemaatü'l İslamiye'nin eski milletvekillerinden İmad el Hut da Aoun'un söylemini reddederek Osmanlıların Lübnan'a ümran sonraki idareler ise yıkım getirdiğini hatırlatmıştır. Yine İslami Vakıflar İdaresinde Genel Müfettiş olan Üsame Haddad da Osmanlı'nın işgalci ve katliamcı veya devlet terörü icra eden bir devlet olmadığını aksine Lübnan'ı bir parçası olarak kabul ettiğini ve ona göre davrandığını söylemiştir. Tarihin üzerinden vuruşanlar tarihi verilere saygılı olmak durumundadırlar.
İSRAİL DE DEVREDE
Osmanlı'nın ne olup ne olmadığına dair Lübnan ile Türkiye arasında çekişme ve atışmadan önce de İsrail ile Türkiye tarih üzerinden karşı karşıya gelmiştir.
Türk Hariciyesi Michael Aoun'un sözlerini hezeyan ve algı bozukluğu olarak nitelendirmiştir. Ömer Çelik de tartışmaya ortak olmuş ve Aoun'un iddialarını temelsiz olarak nitelendirmiştir.
Michael Aoun ile yaşanılan polemikten bir hafta evvel de İsrail ile benzeri bir Osmanlı polemiği yaşanmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan grubunun milletvekilleri önünde yaptığı bir konuşmada İsrail'in Mescid-i Aksa'ya el koymak, Müslümanların elinden almak istediğini söylemiştir. 'Yarası olan gocunur' misali İsrail ise bu yöndeki politikalarını terk edeceği yerde meseleyi Osmanlı polemiğine dökmüş ve İsrail hariciyesi cevap sadedinde, ' Osmanlı dönemi bir daha geri gelmeyecek şekilde kapandı' demiştir (https://arabic.cnn.com/middle-east/2017/07/25/israel-erdogan-statements-alaqsa ). Nedense her işgalci veya işgal taraftarı hıncını Osmanlı'dan alıyor. Demek ki hala Osmanlı ibresi kutup yıldızı gibi doğru yönü tayin ediyor.