Arama

Mustafa Özcan
Ağustos 1, 2022
İki alim, iki sultan
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Eskilerin 'süğur' diye tabir ettikleri sınır boyları ve serhat illeri veya İslam dünyasının uç noktaları veya gayrimüslim beldelerle temas hattında olan yerleri vardır ve bunlar genelde tehlike altındadır. Ya kültürel yozlaşma ya da askeri tehditler altındadırlar. Bu nedenle İmam Rabbani Ahmet Serhendi, kültürel havza olarak Hindu denizi ortasında kalan Müslümanların dinlerinin selametinden endişe eder. Günlük işler ve maîşet derdi dinleriyle fazla ilgilenmelerine mani olur. Odaklanmalarını zorlaştırır. Zamanla komşularıyla temas hattında dini hassasiyetlerini kaybedebilirler. Tebliğe cemaati fikri de bu tür Müslümanlara ulaşma ve yalnız bırakmama kaygısından doğmuştur. Hindistan yaklaşık olarak bin yıl boyunca Müslümanların ve Türklerin gözetimi altında kalmıştır. Kayıp Endülüs ise yaklaşık olarak 7 ya da 8. yüzyıl boyunca Müslümanların uhdesinde kalmıştır. Her iki bölgede de Müslümanlar kan kaybederek ve gerileyerek siyasi ve dini konumlarını kaybetmişlerdir. Endülüs bir yeryüzü cennetidir. Müslümanlar, adeta yıldırım harekâtıyla İber Yarımadası'nı ele geçirmişlerdi. Sönmeleri ve çekişleri ise 80 yıl gibi uzun bir döneme yayılmış ve sancılı olmuştur. Roger Garaudy gibilerinin hayıflandığı gibi sadece Endülüs'te irili ufaklı devletçikleri veya Mülûkü't Tavaif denilen derebeyleri değil aynı zamanda Avrupa'ya ışık tutan medeniyet havzası da sönmüştür. Batı'daki Rumlar ya da Vizigotlar, Endülüs medeniyetini yıkmışlardır. Bunun sonucunda hem Müslümanlar hem de gayrimüslim yani insanlık kaybetmiştir. Bunun için bazı zaferler hezimettir. Endülüs, Batı Afrika ülkeleri için adeta bir kalkandır bu kalkanın kaybedilmesiyle birlikte Portekiz ve İspanyol krallarının veya genel ifadesiyle Rumların önünde engel kalmamıştır. Ertesi gün atılıma geçmişlerdir. Ye'cüc ve Me'cüc sürüleri gibi inlerinden çıkmışlar, önlerindeki tümsekleri aşarak öne atılmışlardır. Morocco'dan Mora'ya kadar uzanma imkânı elde etmişlerdir. Adeta İslam dünyasının merkezine ve böğrüne sokulmuşlardır. Kastilya Kralı Ferdinand ve eşi İsabella ile başlayan Reconquista yani yeniden fetih dalgasını, Afrika önlerinde durdurabilen Osmanlılar olmuştur.

Endülüs uzun yıllar kanamalı hasta gibidir. Derebeylikler birbirlerine sahip çıkmazlar aksine çekişme nedeniyle birbirlerinin altlarını oyarlar ve birbirine karşı gayrimüslim ülkelerden yardım isterler. Bunun sonucu gayrimüslim kontlukları veya beylikleri Müslümanların aleyhinde olmak üzere mülklerini ve varlıklarını genişletirler. Son beylik Granada düştüğünde, geriye bir tek söz kalmıştır. Bunu da son sultanın; Ebu Abdullah Sağir'in annesi söyler. Tarihin duvarlarında bugüne kadar yankılanır. Kral olarak erkekler gibi sahip çıkamadığın Granada için şimdi sana kadınlar gibi ağlamak yakışır! Ama Süyümbike gibi bazı kadınlar aynı akıbete uğrasa bile Ebu Abdullah Sağir'den daha soylu ve yüreklidir.

Bununla birlikte Endülüs'ü kurtarmak için hamleler ve hazırlıklar yapılmıştır. Tek yardım yolu güneydir. Kuzey ise Hristiyan kontluk veya krallıklarla çevrilidir. Kuzey düşman kaynamaktadır. Güneyde ise her zaman hamiyetli insanlar bulunamaz. Murabıtlar ve Muvahhidler zaman zaman dara düştüklerinde, Endülüs'e yardım gönderirler. Gayretli sultanlardan birisi Yusuf Bin Taşfin'dir. Gazali ile belli belirsiz ilişkileri vardır. Endülüs'teki kargaşaya son vermek ve bu yarımadayı İslam sancağı altında toparlamak ister. Nadir cihangirlerden birisidir. Tarihin en büyük meydan savaşlarından olan Zellâka'da yenilmez Alfonso'yu kötü bir hezimete uğratmıştır. Bununla birlikte Mülûkü't-tavâif'e yani bölük pörçük yönetimlere söz geçirememiştir. Yanlışlarında tüy dikerek, nihai yıkımdan kurtulamadılar. Taşıma su ile payidar olamadılar. Endülüslülerin en büyük zaafları ihtilaf üretmekti. İhtilaftan besleniyorlardı. Tefrikaya düşmüşlerdi ve çekişmeden büyük haz alıyorlardı. Lükse, şatafata ve gösterişe kapılmışlardı ve günahlardan çekinmiyorlardı. Günahları cehrî olarak işliyorlardı. Meçhul bir Endülüs tarihçisi bu batışın bir kesitini şöyle dile getiriyor: " Granada'yı sel basmıştı (Hicri- 883).
Granada Emiri Ebu'l Hasan ne yapacağını şaşırmıştı, elleri ayaklarına dolanmıştı. Zirâ kendini zevki sefaya kaptırmıştı. Şehvete dalmıştı ve çengilerle, çalgıcılarla gününü gün ediyordu. Sanki dünyaya eğlenmeye gelmişti. Rahata gömülmüş ve eğlenceye batmıştı."

Ordu düzeni ihmal edilmişti. Askerler kişisel araç gereçlerini satarak karınlarını doyurmaya çalışıyorlardı. Gayrimüslimler, Müslümanlar karşısında birlik olmuştu. Dış Müslümanlardan ise beklenen yardım gelmiyordu. Herkes ümmete değil, kendi önceliğine hasr-ı himmet ediyordu. Taksit taksit düşen Endülüs şehirlerinin kuşatılması sırasında insanlar adeta birbirlerinin ölüsünü yemişlerdi. (İsticabat İslamiyye lisarahat Endülüsiyye, s:31, Muhammed Musa eş Şerif, s: 31)

Himmet sahibi âlimler!

Sehavi - Suyuti çekişmesinde olduğu gibi akran âlimler zaman zaman birbirleriyle kapışırlar. Endülüs'te de mizaçları ve yaklaşımları uyuşmayan âlimler birbirleriyle çekişmişlerdir. Bunlardan ikisi İbni Hazm ile Ebu'l Velid el Baci'dir. Suyuti gibi onun da Muvatta üzerine çalışması vardır. İbni Hazm Zahiri, Baçi ise Maliki'dir. Münazarada El Baci İbni Hazm'ı alt eder ve bunun üzerine İbni Hazm, inziva dönemine girer. Her ikisi de esasında Endülüs'te gidişattan memnun değildir. Islahı için gayret ederler. Bu gayret zemininde, el- Bâcî öne çıkar. Birleriyle çekişen 7 ile 11 ve kimilerine göre ise 23 derebeyi arasında çekişmeye son vermek ve aralarını bulmak için iyi niyet çabalarında bulunur. Bununla birlikte ziyaretleri sırasında yüzüne gülenler, arkasında bu hayırlı çabaları karalar ve sabote ederler. 13 yıl boyunca sultanlar nezdinde iyi niyet elçisi olarak himmetini ortaya serer. Lakin Necip Mahfuz'un Evladu Haretina (Sokağımızın Çocukları) kitabında ortaya koyduğu gibi ıslah çabaları pek sonuç vermez veya az sonuç verir. Mukadder akıbet, eninde sonunda kapıyı çalar. Bu alanda çaba gösterenler arasında İbni Hazm, Ebu Hazm, Ebu Hayyan, İlbiri, İbni Abdulber, Toledolu Assal da vardır. Ama ne yazık ki dönemin derebeyleri bu çağrılara ve iyi niyet çabalarına kulak asmaz. Üzerlerine ölü toprağı serpilmiştir. Durum bir Arap şairinin dediği gibidir: Diri olsaydı muhakkak sesini duyururdun, lakin çağırdığın kişi canlı değildir!

Şah Veliyyullah Dihlevi ve Maratalar

Endülüs'ün imdat yolu ve kolu Fas olduğu gibi Hindistanlı Müslümanların ve Babürlülerin imdat yolu ve kolu da Afganistan ve kuzeydir. Hindistan Müslümanları sıkıştıkça kuzeyin yolunu gözlerler. Nitekim Endülüslüler de güneyin yollarını gözetlemişlerdi. Hindistan'da önemli bir topluluk olan Maratalar, siyasi bir güç olarak sivrilirler ve Müslümanların üzerine musallat olurlar. Şayh Veliyyullah bir hicaz ziyareti sırasında bir rüyasında, Marataların Müslümanlarla bir savaşta mağlup olduklarını görür ve sevinir. Rüya 30 yıl sonra tahakkuk eder ve Yusuf Bin Taşfin'in yenilmez Alfanso'yu yenmesi gibi Ahmet Şah Abdali veya Durrānī de Marataları bozguna uğratır. Birincisinde güneyin sesi kuzeyde yankılandığı gibi ikincisinde de kuzeyin sesi güneyde yankılanmıştır. Keşke âlimler el Baci ile Şah Veliyyullah Dihlevi'nin, sultanlar da Yusuf Bin Taşfin ile Ahmet Şah Durrānī gayretinde ve kademinde olsalar. Himmet gayreti beslediği gibi ümmet de ufukta gayretli adamları bekliyor. Kader de gayretten hoşlanıyor.

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN