Evrensel değerlerimiz var ama içimizdeki lahut ile nasut ikliminin veya ruh ile nefsin çekişmesi sonucu her zaman evrensel kahramanlar üretemiyoruz, çıkartamıyoruz. Çıksa bile herkese saydıramıyoruz. Elbette bunun istisnaları var. Bunlardan ikisi Cezayir'in yenik kahramanı Abdulkadir el Cezairi ile birlikte Kafkas Kartalı Şeyh Şamil'dir. Bunlar neden evrensel çapta kahraman sayılmış, görülmüştür? Neden faziletlerini düşman olarak bildiklerimiz bile tasdik ve ikrar etmiştir? Burada ince bir sır var.
Amerikalılar Emir Abdulkadir'i, Fransızlar da Şeyh Şamil'i evrensel kahramanlardan saymışlardır. Gerçek fazilet odur ki düşman dahi onu tasdik ede. Evrensel değerleri hakkıyla temsil edenler, üzerlerinde taşıyanlar evrensel kahraman haline gelebilir. Adalet duygusuyla bezenmek, başkalarını da düşünmek (diğerkamlık), müsamaha, cömertlik ve iyilik severlik gibi hasletler evrensel değerleri temsil eder. Bunlarla bezenmiş insanlar da evrensel akis ve karşılık uyandırır ve bulurlar. Bunlardan birisi Cezayir kahramanı Emir Abdulkadir'dir. Katolik dünyası ona medyun-u şükrandır. Binlerce Maruni/Katolik Hristiyanı boğazlanmaktan kurtarmış, ateşin ortasından salimen çıkarmıştır. Bunda insanlık değerlerine hizmetten başka hiçbir gayesi ve çıkarı yoktur. Bahsettiğimiz ateş, savaşın ateşidir. Bu nedenle de ABD'de irili ufaklı 20 bin kadar şehrin içinden biri onun ismini/Elkader ismini almıştır. Bu Amerikan şehri, gazete haberleri üzerinden Emir'i 170 yıl önce (1845) tanımış ve keşfetmiştir. Bu şehir daha sonra Emir Abdulkadir'in doğduğu Asker şehriyle kardeş şehir ilan edilmiştir.
Cezayir'de İslami ilimler öğreten Emir Abdulkadir Üniversitesi vardır. Ününün sınırları ülkesini aşmış ve evrensel çapta istemediği halde şöhret ve hürmet kazanmıştır. Batılıların nezdinde, nazarında mükemmel ve harika bir adamdır (perfect man).
ABD'nin Lowa şehrinde küçük ve şirin bir şehir Elkader ismini taşımaktadır. Kuruluşu üzerinden yaklaşık 175 sene geçmiştir. Peki! Amerikalılar neden bu İslam kahramanını sevmişler ve bağırlarına basmışlardır? Çünkü başkalarını düşünmenin de bir İslami ödev olduğunu yaşantısıyla ortaya koymuştur. Fransızlar Cezayir'i Katolikleştirmek ya da Hristiyanlaştırmak için işgal etmişlerdir. O ise alicenaplığıyla birlikte dünya Katoliklerinin sevgisini ve sempatisini kazanmıştır.
1860 ve sonrasında Osmanlı'nın tahtı tasarrufunda bulunan Lübnan'da Dürzi ve Maruni Dağlarında iki grup arasında çıkan çatışmalarda dini aidiyetine bakmadan Hristiyanlara sahip çıkmış ve onlara himaye kanatlarını germiştir. Bu ise onun Şam'daki sürgün yıllarında efsanevi bir şekilde tanınmasına vesile olmuştur. 100 yıl sonra 1960'lı yıllarda ise ona benzer bir misyonu Muallim sıfatıyla anılan Şekip Arslan'ın damadı Kemal Canbulat deruhte etmiştir. Müslüman kaba saba bir adam değildir. Kendini düşündüğü kadar başkalarını da düşünür. Diğerkamlık ifadesinin İslam literatüründeki karşılığı i'sar yani başkalarını düşünmek, kollamak ve korumaktır. Bu maddi olur manevi de olur. Emir Abdulkadir de somut olarak tecelli etmiştir. Hristiyanlar İslam'ın bu evrensel değerini onun eliyle tanımışlardır.
Dolayısıyla İslam yerine onun ismi öne çıkmıştır. O ise İslam'ın bir evladıdır. Aynı duygu ile nesiller sonra hemşerileri Cezayirli askerler, Garaudy'ye silah çekmekten imtina etmişlerdir. 'Biz silahsız bir insana silah çekmeyiz' diye üstleri Fransız komutanların talimatlarını dinlememişler ve hiçe saymışlardır. İnfazı durdurmuşlardır. Bu da Garaudy'yi İslam'a taşıyan sürece dönüşmüştür. İslam'a giden yolda ona bir pencere ve kapı açmıştır.
Selahaddin Eyyübi ve Fatih Sultan Mehmet de gayrimüslimler nezdinde birer kahraman sayılmışlardır. Selahaddin Eyyübi Kudüs'ü, fetihle birlikte yasak bir şehir olmaktan çıkarmış ortak bir şehir, kaynaşma şehri haline getirmiştir. Mensupları tabii bir kaynaşma düzeninde yaşamışlardır. Ardından Fatih Sultan Mehmet Han da yasak bir şehir olan İstanbul'u melting pot/ eritme potası haline getirmiştir.
İslam tümüyle evrensel olmakla birlikte bu anılan isimler, İslam'ın somut anlamda evrensel yüzleridir. Selahaddin Eyyübi, Kudüs'ü geri almasına rağmen Hristiyanlar ona derinden saygı duyarlar. Çünkü ayrım yapmayan adetini ve merhametini görmüşlerdir. Hatta bu yüzden kimi Müslüman tarihçiler veya taassup ehli tarafından 'işbirlikçi' sıfatıyla itham altında tutulmuştur. Bazı Hristiyanlar onu sevmişler bazı Müslümanlar ise ondan nefret etmişlerdir. Zira taassupla değil değerler üzerinden hareket etmiştir.
Fatih Sultan Mehmet de öyledir, hatta onun Hristiyan olduğuna dair şayia çıkarmışlardır. Zira yaptıklarını hafızaları almamış ve bu ideal davranış ve davranış kalıplarını ancak bir Hristiyanın yapabileceğine inanmışlardır. Onlara göre olsa olsa bu alicenaplık ve ince eleyen sık dokuyan keskin adalet ancak bir Hristiyan liderin harcı olabilirdi. Ondan sadır olabilirdi. Fatih Sultan Mehmet de ABD'den çok önce fetihten sonra İstanbul'u melting pot yani eritme havuzu yapmış ve bu şehrin böğründe ayrım gözetmeden milletleri buluşturmuş ve kaynaştırmıştır. Bu uygulama ile birlikte yasak şehir kaynaşma şehri haline gelmiştir. Ermenileri ve Yahudileri bağrına basmış ve şehre buyur etmiştir. Bunu hafızaları almayan kimi gayrimüslimler Fatih'e Hristiyan sıfatı yakıştırmışlardır.
Ulemadan Gazali gibiler de sağdan ve soldan evrensel saygı kazanmışlar ve erişilmez ve insanlığı önde tutan ve derinden kucaklayan samimiyetine hayran kalmışlar ve gıpta etmişlerdir. Bundan dolayı kimi Şiiler onu Şii ve Hıristiyan Keldaniler ise Keldani saymışlardır. Perdesiz bir biçimde İslam'ı tanısalardı ona da teslim olurlar ve vahyin son versiyonu ve semeresi sayarlardı. Sonuç olarak, bu isimler İslam'ın meyvesidir. İslam'ın kemali onlarda zuhur ve tezahür etmiştir.
Mustafa Özcan