Dünyanın vicdanı niye titremiyor, sorusunun bağlantılı birçok cevabı vardır. Ahlaki ve vicdani çürüme vicdanın ihtizaza gelmesini engelliyor. Vicdan dini duygularla bezenmedikçe ve beslenmedikçe zamanla nasırlaşıyor ve köreliyor. Bu, Müslümanlar da dahil herkes için geçerlidir. Bu yüzden de önce yasak olan kabir ziyareti bilahare kalp yumuşaması için serbest bırakılıyor. Sufiler de bunu tamamlayan bir rabıta-ı mevti geleneğini, ritüelini sürdürüyorlar. Mezarlıklara gitmenin ötesinde hastanelere gitmek ve hastaları görmek de hayatı çepeçevre her yönüyle tanımak, kavramak açısından önemlidir. Bunlar insanı rikkate ve yumuşamaya götürür. Bu alanları ziyaretle birlikte insan diğergam oluyor ve empati katsayısı artıyor. Demek ki vicdansızlığın temel nedeni ince ve damıtılmış duygulardan mahrum ve yoksun olmaktır.
Kimi devletler de insan hakları meselesine stratejik bir mesele olarak bakıyor. Savaş alanlarını satranç tahtası ve ölenleri de satranç taşları olarak görüyor. Onlara göre cephelerde ölen, öldüren değil sadece kazanan ve kaybeden vardır. Kastamonu Lâhikası, 75'inci mektupta Bediüzzaman zalimlerin satranç oyunları ifadesini kullanmaktadır. Nitekim bu işlerin duayeni olan Amerikalı Demokratların Kissinger'i Brzezinski Büyük Satranç Tahtası/Amerika'nın Küresel Üstünlüğü ve Bunun Jeostratejik Gereklilikleri kitabında bunun açılımını yapar. Şimdi zalim satranç tahtası Gazze'ye kurulmuş bulunmaktadır. Onlara göre bu tahtanın üzerinde insanlar yaşamaz sadece piyonlar bulunur. İnsanlar yoktur sadece stratejik kazanımlar vardır. Dünyanın vicdanı satranç tahtasına kilitlenmiş ve ipotek edilmiştir.
Geniş çerçevede dünyevileşmenin getirdiği iptal-ı his vicdanları köreltiyor. Acıma hissini öldürüyor. Bu durumda insan hakları nazariyatıyla meşgul olan Batı topyekün kural tanımayan İsrail'e arka çıkıyor. Batı, değerleri ve bunlara işaret eden kuralları müspet anlamda değil menfi anlamda kullanıyor. Sadece terbiye etmek istediği milletlere sözde insan hakları karnesini uzatıyor veya kurallarını dayatıyor. İsrail ve kendileri her zaman muaf. Böylece ahlaksızlıklarına bir de çifte standart eklemiş oluyorlar PKK karşısında Türkiye'ye insan hakları dersi veren ABD, İsrail'e sınırsız destek sağlıyor ve saldırganlığının önünü açıyor. Savaşlarda ve saldırılarda ölenler insan olmaktan çıkıyor cansız sayı ve istatistik haline geliyor.
Vicdanın körelmesinin nedenlerinden birisi de siyasi çıkarlardır. Sözgelimi Biden onca yaşına ve ateh getirmesine, bunama geçirmesine rağmen gelecek yıl yapılacak seçimlerde İsrail'e ve Yahudilere dayanarak bir kez daha şansını denemek istiyor. Ölüler ve kayıplar üzerinden sandıktaki şansını artırmak istiyor.
Konu ve ölenler karşısında İslam dünyasının sessiz kalmasının, yeteri kadar hassas ve duyarlı davranmamansın nedenleri arkasında yine dünyevileşme illeti vardır. Vehen illetinin arkasında dünyevileşme yatmaktadır. Bunun da iki arazı bulunmaktadır. Dünyayı sevmek ve ölümden nefret etmek. Bu durumda Müslümanlar da yaşama düşkün olan Yahudilerle aynı kulvara düşmüş oluyorlar. Dünyaya düşkünlükte kimse Yahudilerin eline su dökemez. Lakin günümüzde 'vehen/gevşeme ve rehavet' hastalığı üzerinden ve dünya sevgisi nedeniyle Müslümanlar ne yazık ki duyarlılıklarını kaybetmiş bulunuyorlar. Hadiste bu durum şöyle izah ediliyor: Milletlerin her ufuktan, menzilden koparak, gelerek yemek çanağının üzerine üşüşmüş, abanmış yiyiciler gibi üzerlerinize çullanacakları vakit yakındır. Sahabeler sorarlar: Ey Allah'ın Resulü 'biz o gün azınlık halinde mi olacağız?' Bunun üzerine dile gelen Allah'ın Resulü şöyle karşılık verir: Bilakis sayınız çok olacak. Ancak selin önünde sürüklenen çer çöp gibi olacaksınız. Düşmanınızın gönlünden mehabet ve heybetiniz kalkacak, alınacak onun yerine kalplerinize de vehen yani rehavet salınacaktır. Sahabeler 'vehen'in ne olduğunu sormaları üzerine şu karşılığı alırlar: Hayat ve yaşamı sevmek ve ölümden nefret etmektir…"
Dünyevileşme ile birlikte Müslümanların hayatına sosyolojik değişiklik arız olacaktır. Düşmanın gözündeki heybetleri kalkacak ve yerine rehavet gelecektir. Nitekim öyle olmuştur. Hadiste Hazreti Peygamber 'Bir aylık yoldan korku (heybet) ile muzaffer kılındım' buyurmuştur. Hazreti Ömer de bu sayede savaşlara iki puan önde başladıklarını hem kendilerinin hem de düşmanlarının zaferin yaverleri olacağına inandıklarını söyler.
Bu heybetin kalktığı dönemlerden birisi de Moğol akınları sırasında bir çerinin bir Müslüman topluluğu önüne katarak hiç itirazla karşılaşmadan onları boğazlayacağı mekana kadar sürmesi dönemidir.
Hamas gibi kimi hareketler bu korku duvarını aşmış görünüyorlar. Bunun için eski İsrail başbakanlarından Ehud Olmert, 'onlarda ölüm kültürü bizde ise yaşama kültürü hakimdir' demiştir. Ama hala 'Hamas neden İsrail'i kışkırttı, suyunu bulandırdı?' diye soran Müslümanlara da rastlanmaktadır. Bunlar vehen illetini aşamamıştır. Umarız vehen hali tez elden aşılır ve Müslümanlar, İslam'ın sönmez değerlerine yaslanarak yeniden ufukların efendileri haline gelirler.
Mustafa Özcan