Geçen yazımızda büyük anne ve babaların torunlar üzerindeki faydalarından bahsetmiş, asla torunlarından mahrum bırakılmamalarını ifade etmiştik. Ancak bazı durumlarda büyük ebeveynlerin bu ilgi ve sevgisi torunlara zararlı da olabilmektedir. Tabi dozu ayarlanamazsa…
Meselâ 11 yaşındaki Zeynep'in sıkıntılı hali bu yüzdendi. Onu muayene için getiren annesinin ifadesine göre; Zeynep sık yalana başvuruyor, istenileni yapmıyor, derslerine ilgisiz davranıyordu. Devamlı ilgi ve dikkatin kendisinin üzerinde olmasını istiyor, bunun için de çocuksu hareketlerde bulunabiliyordu. Annesi, "Artık bunaldık, hele yalan söylemesi bizi çok üzüyor. Hâlbuki çocukluğu iyi geçti. Bir sıkıntı çekmedi. Aksine çok sevildi. Bilhassa ilk ve tek torun olduğu için büyük anne ve babası da çok kıymet verdiler. Zeynep ellerden, kucaklardan düşmedi hiç. Niye böyle oldu anlayamadık."
Anne oldukça dertliydi. Zeynep'in nasıl bu hale geldiğine şaşırıyordu. Zaten 6 yaş daha küçük bir erkek çocukları dışında kardeşi de yoktu.
Zeynep muayene için odaya girdiğinde sakince durdu ve utangaç bir tavırla başını kaldırarak etrafı süzdü. Hiç öyle huyu bozuk olan çocuklara benzemiyordu. Ona çeşitli sorular yönelttim. Sonunda anlatmaya başladı: "Doktor amca" dedi. "Size söyleyeceğim yaptıklarımın yanlış olduğunu biliyorum. Aslında ben ailemin kurbanıyım. Küçükken, büyükanne ve babamın bana davranışları beni bu hale getirdi. Yaramazlık yaptığımda onlara sığınırdım. Devamlı hoşgörü ile karşılar, bol harçlık verirlerdi. Hatta ceplerinden para aşırırdım, bana biricik torunları olduğumu alabileceğimi söylerlerdi. Şimdi suç oldu.
Bir dediğim iki olmazdı. Yalan söylemem bile hoş görüldü. Şimdi ise kızıyorlar, hâlbuki küçükken yalana alıştım."
Daha sonra annesi ile tekrar görüştüm. Mesele açıktı.
Zeynep anne babası ile büyükler arasında kalmıştı. Onların birbirlerinden farklılıklarını kullanmıştı. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu öğrenememişti. Bu ikili mesaj sebebiyle doğru dürüst bir terbiye alamamıştı. Yanlış bir hareket yaptığında annesi ona kızmış, ama büyükanne veya babası hemen koruyucu kanatlarını germişlerdi. Yaptığı her hareket aşırı müsamaha ile karşılanmıştı.
"O çocuktur yapar" denilmişti. Bu yüzden Zeynep dediklerini yapmış, yapılmazsa da yalana veya ağlamaya başvurarak yine yaptırmıştı. Büyüklerin abartılı hoşgörüsünü kötüye kullanmaya alışmıştı.
* * *
Aslında Zeynepler o kadar çok ki... Her ne kadar ülkemizde geniş aile tipi, yerini giderek ana-baba ve çocuklardan oluşan çekirdek ailelere bırakıyorsa da, hala yer yer büyüklerin otoritesine dayalı geleneksel aile anlayışı hüküm sürmektedir.
Kimi zaman aynı daireyi paylaşmak bazen de aynı apartmanın farklı dairelerinde oturmak şeklinde olsun, büyükanne ve babanın çocukla teması sıklaştıkça, ana-babadan beklenilen "eğitimde dengeli ve tutarlı olmak" prensibi bozulmaktadır. Bu durumda anne veya baba, büyükleri kırmamaya özen gösterirken, yaşlılar muhtemelen yaşlarına has olarak, aşırı hoşgörülü bir yaklaşım sergilemektedirler. Bu durumda yaptığı hoş olmayan bir davranıştan dolayı ana-babasının azarını işiteceğini anlayan çocuk, soluğu büyükanne veya babasında almakta ve istediğine bu yolla kolayca kavuşmaktadır.
Büyükanne ve baba, torunları tarafından devamlı sevilmek ve onların ilgisini kazanmak amacıyla koruyucu tutumlarını sürdürmektedirler.
Bazı durumlarda ise, büyükanne ve büyükbaba, çocuğun eğitimi konusunda kendilerini daha tecrübeli görmekte ve çocuklarına çocuklarıyla ilişki fırsatını vermemektedirler.
İşte bu durumlarda çocuğun eğitim ve gelişmesinde anne-babanın sorumlu olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Yani çocuk hakkındaki kararı birinci derecede çocuğun ebeveyni, yani ona bakanlar uygulayacaktır. Büyükanne ve baba, çocuğun eğitimi konusunda mesafeli olmalıdırlar. Bilmelidirler ki, iki değişik bakış açısı ve çelişkili anlayıştan doğan tereddütler çocuk eğitimi açısından zararlıdır.
Yine böyle bir aile içinde büyüyen Ahmet'i unutamıyorum. Çevreden ürken, herkese korkulu nazarlarla bakan bu çocuk, anneannesinin aşırı ilgi ve bakımı ile büyümüştü. 10 yaşına gelmesine rağmen hala anneannesi ona yediriyor, giydiriyordu. Bunu da çocuğun iyiliği için yaptığını söylüyordu üstelik. Ahmet, kendi işini kendi görmeye alışmadığı, devamlı anneannesinin yardımıyla büyüdüğü için hiçbir şey yapmak istemiyor veya beceremeyeceğini zannediyordu.
Şunu söylemek istiyorum, büyükleriyle birlikte veya ona yakın oturan aileler çocuklarının eğitimini kendi üzerine almalıdır. Elbet, büyükler torunlarını sevecek ve onlarla ilgileneceklerdir. Ama anne-babasının terbiye edişine karışmamalı, onlara zıt mesajlar vermemelidirler.
Aslında böyle yapmadıkları takdirde tecrübe ve engin sevgileriyle çocukların yetişmesi üzerinde muhakkak büyük fayda sağlayacaklardır. Çünkü onların vakti boldur. Devamlı çocukla birlikte olabilmenin avantajına sahiptirler. Bakın 9 yaşındaki Sara büyükannesini nasıl tanıtıyor: "Büyükanneler bizimle beraber bulunmanın dışında bir şey yapmak zorunda değildirler. Bizimle birlikte yürüyüşe çıkarlar, üstelik güzel yaprakları, ağaçları veya değişik bir böcek gördüklerinde onu bize göstererek hayatın zevkini tattırırlar. Asla da acele etmezler. Büyükanneler her türlü suallerimize cevap verirler.
Büyükanneler, evimize gelen bazı misafirlerin yaptığı gibi bizimle bebek gibi konuşmazlar, çünkü bu konuşmalardan bir şey anlamayacağımızı bilirler. Bize kitap okuduklarında, sayfa atlamaz ve aynı hikâyeyi defalarca anlatmaktan usanmazlar.
Herkesin bir büyükannesi olmalı, özellikle çok televizyon seyretmekten, bilgisayar oyunu oynamaktan bıktığımızda. Çünkü onlar, zamanlarını bize sınırsız ayırabilen kimselerdir."
Aslında torunuyla ilgilenmek, tecrübelerini ve sevgilerini onlara aktarmak büyükanne ve büyükbabaya da çok şey verecektir. Yeniden evlat sevgisini tadacak, adeta yaşamaya daha çok bağlanacaklardır. Torunlarını mutlu etme, onları sevinçle dolduracaktır. Tabii, çocuğa zarar verecek müdahalelerden kaçınarak...