Keşmir konusunun en can alıcı noktası
Pakistan Devleti 1947'de kurulurken, Hind Müslümanlarının üçte bir kadarı, Hindistan'dan ayrılmak istemiyorlardı. Bir de sınır boylarında Müslümanların koloniler halinde yaşadığı ve ekseriyeti teşkil ettikleri eyaletler vardı ki bunların Pakistan tarafında mı, Hindistan'da mı kalmayı tercih edecekleri üzerine bir referandum (o zaman daha çok kullanılan terimle, plebisit) yapılması kararlaştırıldı. Ancak o referandumların neticesinin , o eyaletlerin valileri tarafından da teyid ve kabul edilmesi gerekiyordu.
Keşmir halkının yüzde 90'ı bulan büyük bir kısmı Müslüman idi ve Pakistan'a katılmak istiyordu. Referandum da o şekilde neticelenmişti. Ama Himalayaların eteğindeki ve şairlere, 'Yeryüzündeki Cennet' dedirtecek kadar güzel bir diyar olarak nitelenen Keşmir eyaletinin İngiliz emperyalizmi tarafından tayin olunan valisi Şeyh Abdullah, Mahatma Gandhi'nin yakın dostu idi ve referandum neticesini kabul etmeyip Hindistan'da kalmak yönünde bir irade ortaya koydu. Yani açıkçası Keşmir'in Müslüman halkı Şeyh Abdullah'ın açık hıyanetiyle böyle satıldı ve bundan dolayı Pakistan'la Hindistan arasında iki kez büyük savaş oldu ve taraflar binlerce asker kaybettiler ve büyük maddî tahribat ve kayıpla karşılaştılar. Ama, Keşmir yine de Hindistan'ın elinde kaldı. (İşbu Şeyh Abdullah ,1987'lerdi galiba, ölünce Hindistan Hükûmeti ona çok görkemli bir cenaze töreni tertib etmiş ve onu 'laiklik şampiyonu' olarak selâmlatmıştı..
O zamandan beri Keşmir konusu, yüreğimize hançer gibi saplanan bir meseledir.
Modi, geçtiğimiz aylarda uluslararası hukuk açısından tartışmalı olduğuna bakmaksızın Keşmir'in özel statüsünü sona erdirdi ve istisnaî düzenlemeler yerine Keşmir'i Hindistan eyaletlerinden birisi gibi yönetmek üzere gerekli kanunî düzenlemeleri uygulamaya geçirdi.
*
Bugün, 1,5 milyar olan Hindistan nüfusu içinde ancak beşte bir nisbetinde olan ama 300 milyona yakın Müslüman'ı ile dünyanın en kalabalık Müslüman kitlesinin yaşadığı bir ülke durumunda olan Hindistan'da Başbakan Narendra Modi'ye bakılırsa Müslümanlar da eşit vatandaşlar olarak yaşıyorlar.
Ama, sahiden de öyle mi?
Önümüzdeki Nisan ve Mayıs aylarında yapılacak olan seçimlere hazırlanan Modi, geçmişte görülmemiş şekilde İslam düşmanı bir siyaset izleyerek Hindu kitlelerini frensiz bir ırkçı- faşist anlayışla, Müslümanlar ve de Hindistan'da asırlarca hüküm süren Müslümanlardan kalan eserler üzerine saldırtıyor. Hattâ 400 yıl öncelerdeki Babür İmparatorluğu döneminin, mimarî zarafetiyle dünyaca bilinen Tâc Mahal'in yıktırılması ihtimalinden bile söz ediliyor.
'Yok canım, o kadarı da olmaz..' diyenler olabilir.. Ama, öyle diyenler, 1992'de Kuzey Hindistan'da, Leknow şehrinde, Ayodya'da, 400 yıllık büyük Bâburî Mescidi'nin, 'Burası, tanrılarımızdan birinin doğum yeri üzerinde yapılmıştır..' diyerek tahrik edilen ve on binlerden oluşan bir Hindu kalalabalığı tarafından 2 saat içinde yerle bir edildiğini bilmiyorlardır, herhalde.. Ve 32 yıl önce yıkılan o câmiin yerine Modi zamanında yıllardır yapılmakta olan çok büyük bir Hindu tapınağı geçen ay, görkemli törenlerle açıldı..
Dahası Modi faşizmi, 'tanrı' kabul ettikleri inekleri kesenlerin ağır hapisle cezalandırılması için yeni kanunlar çıkaracağını ve tarih kitablarından, Hindistan'ın Müslüman geçmişine aid bölümleri 'temizleyecekleri'ni de vaad ediyor.
Evet, Hind Müslümanlarını daha sıkıntılı günler bekliyor.. Üstelik, Modi'nin, Filistin ve hele de son 5 ay içinde çocuk, kadın ve savunmasız erkeklerden 40 binden fazla insanı 'Gazze Faciası' sırasında korkunç bombardımanlarla katleden 'siyonist haydutlar çetesi İsrail rejimi'nin cinayetlerini açıkça destekleyip, Netenyahu'ya destek mesajları gönderdiği hatırlanırsa, Hind Müslümanlarının geleceği için hangi şeytanî planlar tezgâhlanacağı tahmin edilebilir.
Ayrıca Hindistan'ın en büyük ve en yakın düşman olarak bildiği Pakistan hakkındaki şeytanî niyetleri bilinmiyor değil.. Neyse ki Pakistan, Hindistan'ın Atom bombası ve binlerce km menzilli füzeler yapmasına, aynı şekilde cevap vermek noktasına geldiği teselli olabilir. Ama, 1985'lerde, 'Biz Hindistan'ın nükleer tehdidi karşısında, ağaç kabukları yiyerek hayatta kalmak pahasına da olsa düşmanın silahıyla silahlanmak düsturuna göre hareket etmek zorundayız..' diyen General Muhammed Ziya'ul Haqq zamanında, Pakistan ilk olarak Atom Bombası yaptığını açıkladığında, dünyanın emperial güç odaklarından, 'İslam Atom Bombası asla kabul edilemez' diye nasıl bir dehşetli kampanya sergilendiği ve o atom silahlarının, Hindistan tarafından bir nükleer saldırı olursa Pakistan'ın da o silahı ancak o zaman ve 'Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun elindeki nükleer anahtarla açılacak depolardan çıkartılarak kullanmasına izin verileceği de hatırlanmalıdır.
Keza tam da Pakistan'ın nükleer çalışmaları durdurması tehditleri sürdürülürken 17 Ağustos 1988'de içinde, Ziya'ul Haqq'dan ayrı olarak Amerikan büyükelçisinin ve Pakistan Genelkurmay Başkanı ve diğer askerî yetkilileri de bulunduğu bir uçağa yerleştirilen bir bombanın patlamasıyla uçağın düşmesi ve Ziya'ul Haqq'ın öldürülmesi de unutulmamalıdır.
*
(Bu vesileyle biraz daha gerilere, 1966'lara gidelim.
Ağustos - 1965 sonlarında, iki büyük düşman olan Hindistan ve Pakistan arasında Jamnu ve Keşmir ihtilafından dolayı korkunç bir savaş patlak vermişti..
Şehirler karşılıklı olarak bombalanıyordu.. O zaman Hind ve Pakistan Müslümanlarının dudaklarından 'Hudâ Hâfız Pakistan!' (Allah seni korusun Pakistan) duaları yükseliyordu.
('Hudâ Hâfız,' deyimi, Farsça ve Urducada da Türkçedeki 'Allahaısmarladık!' şeklinde kalıplaşan vedâlaşma sözü olarak kullanıldığı gibi Hind Müslümanları arasında 'Allah korusun' temennisi için de kullanılır.)
O zaman da, kalbimiz, her an o bombardımanlarlaydı.. Ve sonunda Sovyet Rusya Başbakanı Alexy Kosigin devreye girmiş ve tarafları -bugünkü Özbekistan'ın başkenti olan- Taşkent'te görüşmeye çağırmıştı. Evet, korkunç şekilde boğuşan iki tarafın liderleri, örneğine pek rastlanamayacak şekilde, savaşın ortasında Taşkent'e gelmişlerdi. Pakistan'dan Devlet Başkanı Mareşal Eyyûb Khan, Hindistan'dan da Başbakan Lâl Bahadır Şastri.. –hemen ekleyelim, isim yanıltabilir o, Müslüman değil, Hindu idi.
Ancak ilginç bir durum ortaya çıkmış ve Şastri'nin, Taşkent'e geldiği günün gecesinde yatağında öldüğü anlaşılmıştı.
O ölümle savaş durmuştu. Daha da ilgi çekici olan ise Eyyûb Khan'ın, Şastri'nin (yakılma şeklindeki) cenaze törenine bizzat da katılmasıydı.)
*
Ve, Pakistan'daki son siyasî durum üzerine de birkaç kelime..
Pakistan'da Şubat- 2024'ün ilk yapılan seçimler ilginç bir çizgi ortaya koydu..
Şöyle ki 5 - 6 sene önce yolsuzluk yaptığı gerekçesiyle Pakistan Yüksek Mahkemesi tarafından, 3 dönemdir başbakanlık yapan M. Newaz Şerif'in Başbakanlık'tan azledilmesi ve siyasî haklarından da mahrum bırakılmasıyla ilgili kararlar sonunda, yerini kardeşi Şehbaz Şerif almıştı. Ve yeni seçimlerin yapılması zamanı gelirken Newaz Şerif hakkındaki yasaklar Yüksek Mahkeme tarafından kaldırılıp, seçimlere katılabileceğine dair açıklamayla yıllardır yaşamakta olduğu Londra'dan dönen Şerif, seçimlere hür olarak katılırken..
3 sene önce, 'devlet sırlarını açıkladığı' iddiasıyla Parlamento tarafından başbakanlıktan azledilen Pakistan İnsaf Hareketi (Pakistan Tahrik-i Insaf) lideri İmran Khan ise 1 yıla yakın zamandır tutulduğu zindandayken önce 7 sene sonra 10 yıl ve daha sonra da kanunlara aykırı evlilik yaptığı iddiasıyla ilgili olarak kendisi ve (etkili bir Hanımlar tarikatının öncüsü olduğu söylenen ve İslâmî tesettüre on derece sıkı riayetiyle bilinen) hanımı Büşrâ Begüm'e 8'er yıl hapis cezası verilip partisinin seçimlere katılmasına da engel getirilince..
Pakistan Meclisi'nin seçim yoluyla belirlenen 266 sandalyesinden 105'ini İmran Khan'ın tarafdarı olan bağımsız adayların kazanması Yüksek Yargı'yı da siyasete her zaman etkili şekilde yön veren Pakistan Ordusu'nu da şoke etti. Çünkü onca desteğe rağmen Newaz Şerif'in partisi (MLP) 75, 2007'deki bir seçim kampanyasında uğradığı bir bombalı saldırıda vefat eden Bînezir Butto'nun yerine geçen oğlu Bilaval Butto-Zerdarî'nin Pakistan Halk Partisi (PPP) ise 55 kadar sandalye kazanabildi. Yani kanun adına yapılan o entrikalar geri tepti.. Ve Pakistan siyasetinde son 35 senedir oldukça etkili olan Şerif ve Butto Hanedanları'nın, bazı bağımız adayların ve küçük partilerin desteğiyle bir koalisyon hükümeti kurarak Başbakanlığa da yine Newaz'ın kardeşi Şehbâz Şerif getirmeleri ve Pakistan siyasetinde on yıllardır birbirleriyle kıyasıya rekabet eden Şerif ve Butto Hanedanları'nın İmrân Khan'ı siyaset sahnesi dışında tutmak için Yüksek Yargı ve Ordu ile işbirliği sergilemeleri oldukça ilginç..
*
Siyasette giderek artan bir takım yozlaşma emârelerine rağmen biz, yine de Pakistan'ın Müslüman halkı için hayırlar diliyor, 'Hudâ Hâfız Pakistan..' diyoruz.
*
Bu arada, bir diğer konuya, vefatının 75. yıldönümü dolayısıyla Nurî Paşa'ya da kısaca değinelim..
NURİ PAŞA'YI HATIRLIYOR MUYUZ?
Osmanlı'nın I. Dünya Savaşı'nda artık kaçınılmaz şekilde yenilmekte olduğunun anlaşılmaya başlandığı sırada 1917'de Ermeniler, Rus güçlerinin de yardımıyla taa Bakû'ya kadar bütün Azerbaycan'ı çiğneyip işgal edince Osmanlı Harbiye Nâzırı Enver Paşa tarafından kurulan Kafkas İslam Ordusunun kumandanlığına, Enver Paşa'nın kardeşi Nuri Paşa getirilmişti. 1890 yılında Manastır'da dünyaya gelen Nuri Paşa, Trablusgarp ve Anadolu olmak üzere Osmanlı'nın muhtelif savaş cephelerinde yerini almıştı. Henüz 30 yaşına gelmemişken Kafkas İslam Ordusu komutanlığına getirilişinden sonra Rus ve Ermeni çetelerine karşı verdiği savaşlar sonunda 15 Eylül 1918'de Bakû'yü ve Azerbaycan'ın işgal edilen diğer bölgelerini de kurtaran Nuri Paşa da -I. Dünya Savaşı sonunda İngilizlerin eline düşmemek için İstanbul'dan ayrılan ve Türkistan Müslümanlarını bir İslamî harekete hazırlamak niyetiyle Buhara ve Duşenbe bölgelerine giden ağabeyi Enver Paşa'nın Anadolu'ya girmesi engellendiği için- ülkeye gelmesine uzun süre müsaade edilmemişti. Girişine izin verildikten sonra Nuri Paşa, İstanbul'da Zeytinburnu ve sonra da Sütlüce'de iki silah fabrikası kurdu. Bu fabrikalarda, tabanca, tüfek, el bombası, uçak bombası, mermi ve top mühimmatı üretip bu silahlar dış pazarlarda da rağbet görünce.. Dünyadaki silah sanayii lobisinin dikkatini çeken Nuri Paşa'nın yolunun kesilmesine karar verilmiş ve 2 Mart 1949'da Sütlüce'deki fabrikasında sabotaj olduğu düşünülen bir patlama sonunda 28 çalışanı ile birlikte Nuri Paşa'yı da havaya uçurulmuşdu. Nuri Paşa'nın naaşı bulunamadı. Muhtemel cesed parçalarının defnedildiği mezarı Edirnekapı Şehidliği'ndedir.
*
Bakû'da bulunan Hasan Zer kardeşimiz, Nuri Paşa'nın katledilişinin 75. yıldönümü için Bakû'da bir câmide yapılan anma toplantısını yansıtan bir fotoğraf gönderdi.. Nuri Paşa, Azerbaycan'da hâlen de Bakû Fatihi olarak anılmaktadır.
Kafkas İslam Ordusu'nun bu yiğit kumandanı Nuri Paşa'ya Allah'u Teâlâ'dan rahmetler niyaz ederek..
Selahaddin Eş Çakırgil