1. Olup biten vakaları sıralamaktan —vakanüvislik— ibâret kalmayarak bunları yorumlayıp andırışır (Fr analogique) olanlar arasında neden - etki bağları kurmak sûretiyle olabilecekleri de bir ölçüde kestirmeği ödev bilen tarihi, bu ve benzeri yönleri ve nitelikleriyle inşâa eden tarih filosofudur. Olup bitmiş olaylardan örülmüş tasavvur dokuları, tarihtir. Olup bitmiş olaylar, ondan, senden, benden bağımsızdır. Ne var ki, bunların dokunma tarzı ve oluşturulmuş olan örgünün biçimi kişiye bağlıdır, özneldir. 'Tarih felsefesi', 'devletleşmiş toplum' diye tarîf ettiğimiz belirli bir 'millet'in kendi geçmişine ilişkin tasavvur sağlayıp geliştirir. Geçmişine ilişkin görüş edinmiş millet, maddî ile manevî gücünü ve tâkatını, böylelikle de, kimliğini anlayıp kendini açıklamak imkânını elde eder. 'Felsefe' ile ondan türemiş olan 'bilim'in ortaya çıkmamış olduğu bir kültürün tarih, dolayısıyla da kimlik bilinci belirmiş olmaz. Tarih, böylelikle de, kimlik bilincinden yoksun kültürlerin vucut verdiği medeniyetler, tarihte değil, öntarih (Fr protohistoire)[1] denilen dönemde yaşarlar.
Devletleşmemiş, demek ki milletleşmemiş, sonuçta da medeniyetleşmemiş kültürlerse, tarih öncesi (Fr prehistoire)[2] dönemde bulunurlar. Bu dönemdeki kültürlerin bildirişme düzeni olan dilleri önemli ölçüde tasavvur yüklüdür. Bunun ise, dilin karmaşıklık ve gelişmişlik seviyesiyle ilgisi yoktur. Söz gelişi, medeniyet dili olan Malayca'da çoğul biçiminin bulunmamasına[3] karşılık, medeniyetleşmemiş kültürlerden Algonkin Kızılderililerinin —A.B.D.— dilinde iki çeşit çoğul şeması vardır: Birinci öbekte yer alan ve '~a'yla biten sözler '~aki', ikincide '~i'yle bitenlerse, '~ali' çoğul takısı alırlar.[4]
Tarihin en eski ve üstün medeniyetlerinden Çinin dili, yânî Çince dahî olağanüstü raddede tasavvur yüklüdür. Çinin en eski metinlerini incelediğimizde, onlarda, aslî mefhumların[5] bu dildeki ifâdelerinin nasıl sağlandığını bize gösteren yeterince ipuçlarıyla karşılaşırız. Bahse konu izleri sürmek sûretiyle Çince'de mefhumların, tasavvur içeriklerinden ileri gelen ifâdenin inceliğine, gücü ile zenginliğine ilişkin özellikleri tesbît etmek mümkündür. Öteki önemli kültür dillerinde merâmı tam ifâde edebilmek maksadıyla isme bir tamlayıcı yahut sıfat lâzım gelir. Oysa bu, Çince'de bir tek belirleyenle becerilebilinir. Farklı vechelerinin anlatılabilmesi için bir kavramın birden çok karşılığı olur. Meselâ, ki, 'kıraç dağ'; kang, 'sivri dağ'; tsu, 'yüksek dağ'; fu, 'sarp yarları olan dağ'; ve nihâyet yalnızca dağ: 'Şan'.
Su: Şu-[6] ; derin su(lar): Çen; kaynar su: Fen; tuzlu su: Çuo.
Görüldüğü gibi, belli bir tasavvurun belirli bir söz karşılığı vardır. Böylelikle Çince, kavramları değişik vecheleri (Fr&İng aspects) doğrultusunda ayrıştırır. Bu da tabîî, dilin söz haznesini olağanüstü raddede artırıp zenginleştirir. Nihâyet, yazıya geçirilirken, her sözün kendine mahsus işâreti bulunur. Böylece Çincede nice kök kelime varsa, onca da işâret yer alır. İşâretler, tarih boyunca, tekemmül etmişlerdir. Her işâretin, çok eski devirlerdeki selefi, bir resimdi. Zamanla soyutlaşarak resim niteliğini yitirip remizleşmiştir (Fr symbole).[7]
2. Biçimsel mantık, tutarlı düşünmenin kurallarını araştırma tutumudur. Ancak genelde, her zaman biçimsel mantıkla iş görmeyiz. Tutarlı düşünmekse, düşünme durumlarına göre değişir. Kimi zaman tutarlılık biçimce bağların gevşetilmesiyle elde edilebilir.[8] İşte biçimce bağları gevşetilmiş düşünme-anlama tutumlarından söz açıldığında akla gelen 'tasavvur'dur. Psikoloji bağlamında, tasavvur, bir nesnenin yahut evvelce algılanmış şeklin, zihinde canlandırılması anlamını taşır.[9]
"Genel psikoloji uyarınca" diyor Lucien Levy-Bruhl (1857 - 1939), "olaylar, motor, heyecânî ve zihnî olmak üzre, sınıflanırlar. Bundan da zihnin, düpedüz, belli bir nesneye ilişkin hayâle (Fr&İng image) yahut düşünceye mâlik olması tarzında tecelli eden bilgi anlaşılmalıdır. Zihin hayatımızın gerçekliğinde her tasavvur, az yahut çok eğilimleri ilgilendirir. Buna karşılık, şu yahut bu hareketi boşandırmadığı gibi, ketlemez de. Bununla birlikte, çoğu kere hiç de aşırı sayılmayacak soyutlama işlemlerinden ötürü, tasavvurun kendisi ihmâl edilip onun temsil ettiği nesneyle arasındaki esâs bağlar zihinde saklı kalırlar. Tasavvur, her şeyden önce zihne yahut bilgiye ilişkin bir olaydır."[10]
Zihinde algılanan nesneye yahut olaya ilişkin 'resmin çıkarılması' demek olan 'tasavvur'a öncelikle 'biçimselleştirilmemiş mantığa dayalı düşünme tarzı'nda[11] yaşayıp iş gören çocukta ve topluluklarda rast geliyoruz. Bu çeşit toplulukların zihin hayatına "maşerî tasavvurlar" (Fr "representations colletives") hâkimdir. Bunları Levy-Bruhl, "düşük seviyedeki toplumlar" ("societes inferieures") yahut "ilkel toplumlar" ("societes primitives") deyimleriyle belirlemiştir. Düşünme düzlemlerinin de "mantık öncesi" ("prelogique") aşamada bulunduğunu; demek ki tarih öncesi dönemin mantığı olduğunu öne sürmüştür. Charles Darwin'in (1809 - 1882), Batı Avrupa düşünce âleminin her yanında kendisini duyuran etkisiyle Levy-Bruhl'de de karşılaşıyoruz. Ruhun evrime tâbî olamayacağına inandığımızdan, düşünme kurallarının, başka bir deyimle, mantığın, soyoluş (Fr philogenetique) çizgisinde azdan çok gelişmişliğe doğru ilerileyeceği kanısında değiliz. Aslında, Yeniçağ boyunca evrim görüşünün, Batı Avrupanın, kendinden olmayan toplumlar karşısında ırkî, siyâsî ile iktisâdî üstünlük iddialarına nice destek sağladığını bu vesîleyle bir defa daha görüyoruz. Nitekim, ilkel teriminin dahî böyle bir görevi vardır. Hiçbir toplum, enilk (İng primæval) durumunu yansıtmaz. Zamanla mutlaka irili ufaklı değişiklikler göstermiştir. Bundan dolayı ilkel addolunmamalıdır. Tekâmülünün başlangıcında duran, değişme sürecine girmemiş bir toplum düşünülemez. Elbette, toplumlar arasındaki tekâmül, gelişme ile değişme hızı ve sıklığı pek farklıdır. Tarihte bu, öyle raddelere varmıştır ki, kimilerinin, aklı durduracak derecedeki hızı karşısında, başka bâzılarının, yerlerinde saydığı zehâbına kapılmak işden bile değildir.
Bahsi geçen "mantıköncesi" ile "ilkel" çeşidinden terimler, evrimsel soyoluş zincirinde, kimi toplumların altta kalmışlığını, gelişmemişliğini, geri kalmışlığını imâ ederler. Belli bir medeniyetin, hattâ kavmin, gelişmiş olduğu, böylece üstünlüğü, hâkim olma hakkı neviinden önyargı ile tek taraflılığını yansıttıklarından, yukarıda anılan terimler, bilimsel anlayışa aykırıdırlar. Bundan dolayı, onların yerine, değerce (Fr axiologiquement) derecelenmeyen, öznellik ile önyargı taşımayan 'biçimselleştirilmiş mantığa dayalı düşünme tarzı' ile 'biçimselleştirilmemiş mantığa dayalı düşünme tarzı' deyişlerini ortaya koyup kullanıyoruz.
Biçimselleştirilmemiş mantıkla düşünme düzleminde karşılaştığımız 'karıştırma' olayının temelinde, benzer süreçlere yahut var olanlara ilişkin tasavvurların birbirlerinden ayırdedilmelerindeki zorluk yatar. İnsan da dâhil, canlılar, sözgelişi, bir bütün hâlinde mütâlea olunur. Bu düşünüş, Yeniçağ dindışı Batı Avrupa felsefe-bilimin düşünme biçiminin tam tersi olan 'Tümcülük-Canlıcılık' (Fr Holisme-Animisme) denilen çizgidedir. Nitekim, biçimselleştirilmemiş mantıkla düşünen kültürü incelemiş çağımızın önde gelen toplum-kültür filosoflarından Claude Levi-Strauss'un (d: 1908), sözünü ettiğimiz düşünme doğrultusunun yaşama zeminindeki durumunu şöyle açıklamaktadır: "... Canlılar da, insan kadar, evrenin doğal düzenindedir. Zekâ ve heyecânla donanmış olduklarından, canlılar, insana benzerler. İnsan gibi, onlar da, dişi ile erkektir; bâzıları aile düzeninde bile yaşar. Bir kısmı belirli bir yere bağlıdır; başkaları serbestce dolaşır..; sözgelişi, Kızılderililer, tanıdıkları hayvan ile bitkilerden kendilerini özden ayırmayıp onlarla bütünlük hâlinde olduklarına inanmışlardır..."[12]
Toplumsal düzlemde[13] zihince az yahut çok gelişmişlik kanısı, bilimsellikten yoksundur dedik. Topluluk genetiği bir yana, antropoloji, etnoloji ile sosyoloji gibi toplum araştırmaları bakımından bile dayanaksızdır. Nitekim, daha ziyâde ortak tasavvurların hâkim gözüktüğü dillerde kavramlar, hatırı sayılır bir yer tutarlar. Tasavvurların yüksek miktarda olması, dili kullanan toplumun gerek inanç düzeniyle gerekse doğal çevre şartlarıyla sıkı sıkıya bağlantılıdır. İnanç düzeni gereği biçimselleştirilmemiş mantık yoluyla düşünenlerin tasavvurları, 'biçimselleştirilmiş mantıkla düşünenler'in[14] kullandıkları kavramlardan önemli ölçüde ayrılırlar. Tasavvurlu düşünme, biçimsel mantığın sıkı düşünme düzenine uymaz. Bu hususu Levy-Bruhl, şöyle izâh etmiştir: "... İlkelin, nesneye ilişkin tasavvuru bulunur; bu tasavvurun gerçek olduğuna inanır. Ama aynı zamanda ondan hem bir şeyler bekler hem de belirli bir eylemin türeyeceğinden çekinir..." Biçimselleştirilmemiş mantıkla düşünen, kendini tasavvuruyla bütünleşmiş görür. Onun zihin hayatında bu derece önemli yer tutan söz konusu durumu Levy-Bruhl, "mistiklik" diye nitelemiştir.[15] "Mistiklik"ten anladığı da "mantıkdışı" (Fr "alogique") düşünme tarzıdır. Tabîî, "mantıköncesi" gibi, "mantıkdışı" terimi de, yine mantıkca yerinde değildir. Zirâ Levy-Bruhl'e mantıkdışı gibi gözüken düşünme tarzının dahî elbette mantığı vardır. Bahsolunan inanma-düşünme tutumunun en çarpıcı doğrultusunu Levy-Bruhl, "katılma yasası"[16] şeklinde deyimlendirmiştir. Bu, haddizâtında genelde, mantığa değil, ama biçimselleştirilmiş mantığın 'özdeşlik ilkesi'ne[17] aykırıdır. Bu durumu Levy-Bruhl, şu verdiği örnekle daha bir açık kılmıştır: "Kuzey Brezilyanın Amazon yağmur ormanlarındaki Trumailer, suda yaşayan hayvanlardan oldukları kanısındadırlar. Komşuları Bororolar ise, kırmızı bir papağan olan Arara olduklarına inanırlar". Başka bir deyişle onlar, hem Arara, hem Arara-olmayan varolanlardır. Gerçi Ararayla bütünleşmenin peşindedirler; fakat elbette, Arara olmadıklarının da farkındadırlar. Bu ikilemi aşmak ve tamamıyla ' Araralaşmak' amacıyla törenler düzenlerler. Özellikle ergenleşen gençlerin, yetişkinler topluluğuna katılmaları doğrultusunda tertiplenen ihtifâllerde çalgıların eşliğinde ve ihtilâc ettirici[18] otlar aracılığıyla ve vecit hâline girinceye değin edilen rakslarla "özdeşleşme" (Fr&İng identification) olayı gerçekleştirilir.[19] Arara, burada, canlı bir put, bir ongundur (toteme). İhtifâllerde ongun olan hayvan kesilir, eti kabîle mensuplarınca yenir. Bu yolla totemin ruhu kabîle mensupları tarafından içleştirilir. Aynı şekilde, kabîle büyüğü öldüğünde ruhu zâyi olmasın, öteki mensuplara intikâl etsin diye, vucudundan bâzı parçalar yenir.
Kabîle mensupları totemleriyle kendilerini özdeşleştirdiklerinden, birbirleriyle de bütünleşirler. Böylelikle tek tek kişilerin bireyliliği silinir gider. Artık sevinçler, acılar ve bilcümle duygu durumları ortak yaşanır olur.[20]
Duygudaşlık o raddeye varır ki, sözgelişi, kadınlardan biri, hâmile kaldı mı, kadınlı erkekli bütün ergen kabîle mensupları şişkin göstermek amacıyla karınlarına birtakım cisimler bağlar, ortalıkta paytak paytak dolanırlar. Doğum sancıları başlayan kadının çığlıkları işitildiğindeyse, herkes, onunla birlikte bağırıp inlemeğe, sağda solda debelenmeğe koyulur. Dünyaya gelen çocuk ise, tek bir kadının, yânî doğuranın değil, kabîledeki kadın tâifesinin ihtimâmına emânet olunur; başka bir deyişle, annelerin yanında kalınır (Fr&İng matrilocal). Zâten bu nevi topluluklarda dölle/n/me - doğurma bağlantısı, dolayısıyla da ata mefhumu müphem kaldığından, annesoyu (Fr matrilineal) yürürlüktedir.[21] Bu durum, toplayıcılıktan avcılık dönemine geçilinceye değin böyle sürmüştür. Toplayıcılık-avcılık döneminden sonra ancak 'dölle/n/me - doğurma bağlantısı'nın kurulabildiği anlaşılıyor. Bu yeni dönemle birlikte atasoyunun (patrilineal), git gide toplumlara hâkim olduğu düşünülüyor. Yine de anne olan kadının, kutsallık konumunda değişiklik meydana gelmemiştir —en azından, Çin yahut Aztek gibi, kimi büyük tarihî medeniyetlerin sahneye çıkmasına değin.
Bireyliliğin silinmesi durumu dile de yansımış görünüyor. Biçimselleştirilmemiş mantıkla düşünen kimi kabîle dillerinde birinci tekil ile çoğul ve ikinci tekil ile çoğul zamirleri, demek ki 'ben' ile 'biz' ve 'sen' ile 'siz' ayırımlaşmamışlardır.[22]
Bireyliliğin sınırları açıkca belirlenip 'ben' ile 'ben-olmayan' arasında ayırım seçikleşmedikce, 'devlet'in temel kurumu 'hukuk'un esâsı olan 'mülkiyet' ile 'ödev -hak' denklemi de belirginleşemez. Toplumun, devlet konumuna (Fr statut) geçmesine koşut olarak hâkim düşünme düzleminde de biçimselleştirilmiş mantık kendini git gide duyurur.
Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Çağdaş Küresel Medeniyet – Çağdaş Küreselleştirilen İngiliz Yahudi Medeniyeti – Anlamı, Gelişimi ve Konumu' isimli kitabından alıntılanmıştır.
[1] Krz: Alain Dural: "La Protohistoire", 460.-466. syflr, "L'Anthropologie"de.
[2] Krz: Guy de Bauchene: "La Prehistoire", 430.-459. syflr, "L'Anthropologie"de.
[3] Örnek: Çiçek, bunga; çiçekler, bunga bunga...
[4] Bkz: Christopher Robert Hallpike: "Die Grundlagen primitiven Denkens", 114. s, İngilizceden Al- mancaya: Luc Bernard.
[5] Fr notions premieres.
[6] Türkcedeki 'su' sözünün Çincenin 'şui'sinden gelme ihtimâli kuvvetlidir.
[7] Bkz: Nicole Vandier-Nicolas: "La Philosophie Chinoise des origines au XVIIe Siecle", 248. &249. syflr, "Histoire de la Philosophie"de, I. cilt.
[8] Bkz: Nermi Uygur: "Felsefenin Çağrısı", 54. s.
[9] Bkz: Ismâil Fennî: "Lugatce-i Felsefe", 652. s —eski yazıyla.
[10] Lucien Levy-Bruhl: "Les Fonctions Mentales dans les Societes Infe'rieures", 28. s.
[11] İng.de öngörüp önerdiğimiz deyim: ' Unformalised logical mode of thinking'.
[12] Claude Levy-Strauss: "La Pensee Sauvage", 52. s.
[13] Fr plate-forme sociale.
[14] İng için öngörüp önerdiğimiz: 'formalised logical way of thinking'.
[15] Bkz: Lucien Levy-Bruhl: "Les Fonctions Mentales dans les Societes Inferieures", 30. s.
[16] Fr "loi de participation".
[17] Fr principe d'identite.
[18] Fr euphorisant, agitant.
[19] Bkz: Lucien Levy-Bruhl: A.g.e, 78. s
[20] Bkz: Lucien Levy-Bruhl: "La Mentalite Primitive", Representations collectives & Participations mystiques maddelerine;
ayrıca bkz: Bernard Valade: "Les Mythologies et les Rites", 346.-357. syfr.
Kişiliklileşmenin (Fr personnalisation) ana pâyândâsı ' bireyliliğimin özbilincinde bulunmam' durumunu yıkan en etkili silâhlar arasında hipnos yer alır. Biçimselleştirilmemiş mantıkla düşünen topluluklarda sık başvurulan hipnos, başta dünyanın önde gelen istihbârât teşkilâtları olmak üzre, çağımızda gerek resmî gerekse öyle olmayan mercilerin çokca kullandığı olağanüstü tehlikeli insanlıkdışı bir hünerdir —bkz: Armen Victorian: "Controlling the Mind: Part Two: Hypnosis and Remote Hypnosis in the Intelligence Community", 47.-52. syflr.
'Ödev' duygusunu işleten 'iyi' ile 'kötü'yü ayırdetme yetisini sağlayan, 'kişiliklileşme'nin baş devin- diricisi 'özbilinc'in bulanması, boğuklaşması, 'serhoşluk'tur. Özbilinci bulunan, kişiliklileşmiş 'insan'dır. İslâm metafiziği uyarınca, 'insanın zât'ı 'özbilinc'idir. 'Özbilinc'in 'varolma tarzı', 'ki- şiliklilik'tir. 'Özbilinc'i bulunmayan, şu hâlde, 'kişiliklileşmemiş'tir. Böyle biri, 'ödev' ile 'sorumlu- luk'larını 'idrâk' edemez. Bu kabîl kimseye, 'Hâlis Hür İnsan' denemez. 'Hâlis Hür İnsan'ın kendini 'inşâa etme'si İslâmın ülküsüdür. 'Hâlis Hür İnsan'ın kendini 'inşâa'sı, 'zât'ı olan 'özbilinc'ini geliştirmesine bağlıdır. İmdi İnsanlaşma ülküsüne aykırı düştüğünden, 'özbilinc'in gelişmesini dumûra uğratan her etken, İslâm tarafından yasaklanmıştır.
[21] Bkz: P. Gregorius: "Sociologie van de Niet-Westerse Volken", II. cilt: Verwantschap en Huwelijk, 104.&105. syflr.
Ortada bulunmayan bir varolanı peydahlamakla, 'anne' olan 'dişi', yahut insan söz konusuysa, 'kadın', bahsi geçen çağlarda, mucize yaratan tanrısal - kutsal varlık biçiminde algılanmaktaydı. Bundan ötürü, kadîm dinlerde tanrılardan ziyâde tanrıçalarla karşılaşılır. Çok eski devirlerden günümüze kesintisizce ulaşabilmiş dinlerden Hindulukta, sözgelişi, ineğin dokunulmazlığı yukarıda aktardığımız inancın kalıntısı olarak kabul olunmalıdır.
[22]Bkz: Christopher Robert Hallpike: "Die Grundlagen primitiven Denkens": II. Kollektive Vorstellun- gen und die Denkprozefie von Individuen, 59. s.