Tektanrı fikri ve onun kişileşmiş adı olan Allah, aklın, havsalanın, hayâlgücü ile tasavvurun fevkında olup aşkınlığın kendisidir. Ama aynı ânda içkinliğin de kendisidir. İkisi zıt kutuptur. Nitekim aynı varlığın aynı ânda iki durumda bulunması, yukarıda zikrolunmuş sebeplerden ötürü, imkânsızdır. Elbette, mükemmelliğin kendisi, insan düşüncesinin kurallılığı demek olan biçimsel mantığa aşkındır. Allahı zaman ile mekân koordinatlarına yerleştiremediğimizden, Onun özünü, düşünüşümüzün kurallılığı çerçevesinde kavrayamayız. Onun, Kendisini bize tanıttığı ölçüde Onu kavrayabiliriz ancak. Kendisini bize tanıttığı yer, İhlâs Sûresidir:
- "O, Tek olan Allahtır;
- Allah, Sameddir;[i]
- O, doğurmaz, doğurulmamıştır;
- Ona denk ve benzeri olacak bir şey yoktur."[ii]
"... Bu Sûrede kişiler ile milletlerin Allahı kavrama konusunda öteden beri birçok kere düştükleri tuzaklar hakkında uyarılmaktayız. İlk dikkat edeceğimiz husus, Onun tabiatı öylesine ulu, kavrayış sınırlarımızın onca ötesindedir ki, felsefenin yalınkat soyut kavramı şeklinde değil de, Onu O olarak, yânî bir kişilik biçiminde görmemiz, Kendisini idrâk edişimizde izlememiz gereken en doğru yoldur. O, bize yakındır. Varolmamızı Ona borçluyuz... Bildiğimiz, tasavvur edebileceğimiz hiçbir kimseye yahut şeye Onun, zerrece benzerliği yoktur. Tabiatı vasıfları eşsizdir, benzersizdir."[iii]
İnsanlar, aralarında bedence en kuvvetli, zihince en parlak, irâdece en şaşmaz olanlar dahî, kendilerinden üstün kudrete yahut kudretlere dayanma ihtiyâcını her vakit duymuşlardır. Bu kudret kendilerine ya vahiy yoluyla kendisini bildirmiş ya da böyle bir kudreti kimi kimseler zihinlerinde kurmuşlardır. Her iki hâlde de bahis konusu kudrete yahut kudretlere kişiler, kendi beşerî veya tabîî şekillerinden, arzuları ile dileklerinden bir şeyler katıp karıştırmaktan kendilerini alıkoyamamışlardır. İlkin açıkca vahiy yoluyla nâzil olmakla birlikte, Müslümanlık dışında, cihânşumûl dinler bile, zamanla bu karıştırma olayından masûn kalamamıştır. İşte, İhlâs, bizi böyle bir tehlikeye karşı özellikle uyarmaktadır: "O, doğurmaz, doğurulmamıştır"!
Var olma imkânlarını son raddelerine dek çözümlemeci tavırla gözden geçirdiğimizde, ulaşabileceğimiz en uç nokta, ya devâmdır ya da bitiş. Devâmda cüzlerin, Tümele; 'var olma'ların, 'Varlığ'a bağlanması söz konusudur. Bitişteyse, cüzler, ayrıklaşıp dağılır, Kargaşanın karanlık dehlizinde yitip giderler. Zihin kavrayışını, yânî tecrübelerden hareket eden gidimli düşünme edimimizi,[iv] demek ki spekulativ-olmayan metafiziği salt sezgi aklıyla[v] aşarak tüm Varlığın, başka bir deyişle, âlemin ötesi, Mutlak Varlığın, gönlümüzdeki nurunu idrâk edebiliriz. Mutlak varlığın, gönlümüzde ışıyan temsîli, 'umut'tur. Daha açık bir anlatışla, umut, mağfireti, himmet ile rehberliği yalnızca Ondan beklemek ve ihtiyâç hâsıl olduğunda, bunların, geleceklerine tereddütsüzce inanmaktır.
Allah, insana üç yoldan hitâb eder: Yaratma, Vahiy —seçtiği kişiler aracılığıyla insanlığa ulaştırdığı tebliğ— ile vicdân —Hak yolunu göstermek maksadıyla Allahın her kuluyla doğrudan doğruya sürdürdüğü muhâvere. Maddeten vucut verdiği insana O, soluğunu 'üflemek' sûretiyle Özünden pay ihsân etmiş ve onu bu pay almış hâliyle kâinatına halîfe tayîn etmiştir —bkz: Bakara /23 (30); En'âm /6 (165); Neml /27 (62) ile Fâtır /35 (39).
İnsanın, Yaradanına seslenişi de yine üç yoldan olur: Kendisine esâs olan, kendini çevreleyen doğa ile toplumu sevmekle, merak edip inceleyerek, araştırarak; ya kendi başına ya da cemâatle birarada ibâdet ederek (salât) ve nihâyet tamamıyla kişisel düzlemde duâ anlamında Allah'a yalvararak (münâcât).
Gördüğü hayırlı işler, ibâdet ile duâ aracılığıyla seslendiği Allahın kendisini dinleyip bu seslenişlerini, yerine göre, yakarışlarını karşılıksız bırakmayacağını, insan, ümid eder -bkz: "And olsun, insanı Biz yarattık; nefsinin, kendisine fısıldadığı karanlık niyetleri biliriz; Biz ona şahdamarından dahî yakınız", Kâf /50 (16).[vi]
Demek ki her insan, bireyinin esas ödevi, hayırlı işler görmek, ibâdet etmek; hakkıysa, ümittir. Ümit, hayattır. Ümit, devâm ettiği sürece yaşanır. Ümidin kesildiği yerde tragedya, giderek saçmalık, sonundaysa, intihâr baş gösterir.
Prof. Dr. Teoman Duralı
[i] Samed: Kendisi hiçbir şeye bağlı ve muhtâc olmayan; buna karşılık, varlıklaşabilmek için her şeyin Kendisine muhtâç kaldığı 'zâtî kudret'. Bu kavram, Kur'ânda sâdece bir kere ve bu Âyette zikrolunmuştur.
[ii] "Kur'ân-ı Kerîm ve Türkce meâli";
ayrıca: "The Holy QUR'ÂN, tercüme ve tefsîr: Abdullah Yusuf Ali;
ayrıca bkz: Cyril Glasse: "The Concise Encyclopız of ISLAM", 128. s. "Giriş": Huston Smith.
[iii] Âyetin Abdullah Yusuf Ali tefsîri; şerh sayısı: 6296.
[iv] Fr cours discursif des idees; Alm Urteilsverfahrender Gedankengang.
[v] Fr raison intuitive pure; Alm reine Vernunftsanschauung.
[vi] Âyetin, Abdullah Yusuf Ali tefsîri; şerh sayısı: 4952; ve açıklanışı: "Allah, insanı yaratıp ona sınırlı irâde bahşetmiştir. O, en derinlerinde yatan arzuları ile duygularını kişinin kendisinden bile daha iyi bilir. Allah, insana, şahdamarından da yakındır. Şahdamarı, boynun iki tarafından geçerek baştan yüreğe kanı geri götüren kalın ana toplardamardır... 'Şahdamarından da yakın' deyişi, kan akışının, hayat ile bilincin taşıyıcısı olmasından ötürü, derinlerimizde cereyân eden duygu hâllerimiz ile bilincimizi, Allahın, öz benliğimizden daha yakından tanıdığını dile getirmektedir".